BIST 9.722
DOLAR 32,53
EURO 35,00
ALTIN 2.429,19

Yumuşak gücün sonuna mı geldiK?

Türkiye, Soğuk Savaş sonrası küresel politikada yaşanan değişimlerle birlikte özellikle Kafkaslar ve Orta Asya'da akabinde de Balkan coğrafyasında kurulan soydaş ve kardeş ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem vermiş

Türkiye, Soğuk Savaş sonrası küresel politikada yaşanan değişimlerle birlikte özellikle Kafkaslar ve Orta Asya'da, akabinde de Balkan coğrafyasında kurulan soydaş ve kardeş ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem vermiş; bu noktada kültürel ve tarihi bağlara dayalı "soft power" (yumuşak güç) stratejileri ağırlık kazanmıştır.

Sovyetlerin dağılması ile birlikte blok siyasetinin kuşatıcı yapısının zayıflaması, buna mukabil de Türkiye'nin iktisadi ve sınaî kalkınması ekseninde 1990'lardan itibaren kamu, özel sektör ve sivil toplum işbirliği ile dışa açılım yönünde atılan adımlar incelendiğinde, sert güç olarak tanımlanabilecek, askeri ve ekonomik baskı aygıtlarından ziyade tarihi ve kültürel bağlara vurgu yapan, insanî ve kalkınma yardımlarını önceleyen, yumuşak gücünün yansıması olarak tanımlanabilecek kamu diplomasisi faaliyetlerine ağırlık verildiği; 2000'li yıllarla birlikte ise Türkiye'nin tarihi, kültürel ve ekonomik hinterlandı olarak tanımlanabilecek coğrafyası içerisinde yer alan Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın da öncelikli ilgi alanları arasına girdiği gözlenmektedir.

Bölgesel sorunlarda arabuluculuk, 'komşularla sıfır sorun', İspanya'yla birlikte kurulan ve ardından BM çatısı altında genişletilen Medeniyetler İttifakı projeleri ile siyasal ve toplumsal gerginlikleri azaltma yönündeki faaliyetleriyle küresel ölçekte ses getiren Türkiye, bir yandan AB katılım müzakerelerine başlarken, diğer yandan Irak'ın işgaline karşı duruşu ve Ortadoğu'nun kanayan yarası Filistin Sorununun uluslararası alana taşınmasına yönelik çabalarıyla -ki bu noktada Davos ve Mavi Marmara hadiseleri önemli kırılmalar olarak not edilmelidir- İslam coğrafyasında da yumuşak gücünü arttırabilmiştir.

Yumuşak gücün anahtar görevini gördüğü bölgelerde iktisadi faaliyetlerini de genişleten Türkiye, ihracatını düzenli olarak arttırırken, film endüstrisini de stratejik bir ihraç ürünü olarak teşvik etmek suretiyle ülke markasına katkı sunacak eserlerin sınırları aşmasına olanak sağlamış, bu durum ülkenin turizm potansiyeline de pozitif katkı sunabilmiştir.

İfade edilen gelişmeler, ekonomik krizde daralan Avrupa pazarına alternatif olmasa da sürdürülebilir büyümeye katkı sunan Ortadoğu ve Afrika'ya açılım stratejisiyle de entegre olarak değerlendirildiğinde, Türkiye açısında iktisadi ve siyasi bağlamda görece istikrarlı bir süreç yaşanabilmiştir. Fakat gelinen nokta itibariyle Ortadoğu dinamiklerinde yaşanan ciddi değişimler, körüklenen etnik, dini ve mezhebi ayrışma senaryoları, küresel güçlerin ülke sınırlarına dayanan askeri operasyonları vb. çok sayıda faktörün de etkisiyle Türkiye siyaseten ve bunun yansıması olarak iktisaden riskli bir alana doğru çekilmeye de çalışılmaktadır.

Küresel aktörlerin politik manevralarıyla çözümsüzlüğün çözüm olarak sunulmaya başladığı, çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşme eğilimi gösteren bölge siyasetinde Türkiye de rasyonel bir devlet olarak kazanımlarını kaybetmeksizin maksimum fayda arayışında olmakla birlikte diğer aktörlerin birçoğundan daha fazla katalizörü dikkate almak mecburiyeti de bulunmaktadır.

Şöyle ki, Türkiye hinterlandı olarak değerlendirdiği bu coğrafyada uzun yıllar, büyük emek vererek elde ettiği kazanımlarını nasıl koruyacak ve oluşabilecek yeni fırsatları nasıl değerlendirecektir? Bunu yaparken olumlu ülke algısında yadsınamaz role sahip olan yumuşak güç temelli stratejisini ne ölçüde sürdürebilecektir? Sert güce dayalı eylemlere yönelmenin Türkiye'ye iktisaden ve siyaseten sağlayacağı fırsatlar ve riskler neler olacaktır?

Tüm bu sorular, belirsizliğin egemen olduğu bölge coğrafyasında, durumdan istifade rant arayışındaki küresel aktörlerin sert güç uygulamaları da dikkate alınarak değerlendirildiğinde, Türkiye açısından maksimum fayda bağlamında verilebilecek en net yanıtın, yumuşak güce ağırlık verirken, sert güce de önem veren "smart power" (akıllı güç) odaklı stratejiler geliştirmek ve sürdürülebilir biçimde uygulamak olduğu söylenebilir.

Zira Türkiye, dış politikada etkinlik kazandığı dönemlerde dahi sert gücün önemini yadsımaksızın, öncelikli olarak yumuşak güç ekseninde harekât planları geliştirmiş, bu durum neticesinde elde edilen müspet sonuçlar yerli ve yabancı araştırma kuruluşlarının raporlarına da yansımıştır.

Sonuç olarak etrafı yangın yerine dönen, dış aktörlerin de her fırsatta alevi harladığı bir dönemde Türkiye'nin uygulayabileceği tek ve eşsiz reçeteyi sunmak zor olmakla birlikte, uygulanacak stratejinin temel yapı taşlarını belirlemek olasıdır. Türkiye, tarihsel sorumlulukları ile reel-politiğin kesiştiği yerde, stratejilerini, kendisini coğrafyasında eşsiz kılan ve bölge halkları nazarında olumlu nitelendirilip, model olarak incelenen sosyo-kültürel, iktisadi ve yönetsel yapısına dair algı çerçevesinde belirlediği sürece, orta ve uzun vadede Türkiye markasına güç katabilecektir.