BIST 9.923
DOLAR 32,44
EURO 34,81
ALTIN 2.446,94

Yeni YÖK, 2023/2071 Türkiye’sine odaklı olacak mı?..

YÖK, Akademisyenler, 2023

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) ifade özgürlüğünün dört başı mamur tanımını yapan, 1976 tarihli "Handyside" kararı;"Düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece hoşa giden veya zararsız ya da tepki yaratmaz sayılan haber veya fikirler için değil, fakat devlete veya halkın bir kısmına ters düşen, şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve yeniliğe kucak açma bunu gerektirir ve bunlar olmadan demokratik toplum olmaz." demektedir.

Bizde aklımızın erdiği alanımızla ilgili konularda, kurumları/kişileri suçlamadan, eğitim/kültür/sanat alanına yararlı olması için oluşan görüşleri yazmaya devam ediyoruz;

Bir ülkede öğretmenler mutlu değilse çocukların, çocuklar mutlu değilse de anne-babaların-ebeveynlerin  mutlu olması mümkün değildir. Eğitimciler; mesleklerini seviyor, akademik açıdan tatmin oluyorlar ama, aldıkları ücret ve yaşam koşulları yeterli olmuyor. Yıllar önce öğretim üyelerinin maaşlarının iyileştirilmesine başlandı, Prof. lar yararlandı, arkası gelmedi. Y.Doç. ler 1. dereceye bile zorla geçtiğimiz yıl çıkmaya başladı. Sınavlarla  uğraşan, daha fazla gelir elde etmek için enerjisini araştırma/derleme/proje  yerine ek derslere, 2. öğretime harcayan öğretim üyelerinden, bilimsel yayın  beklemek hayal olmaktadır.

Vakıf üniversitelerinin çoğalması ile öğretim üyeleri devlet/kamu üniversitelerinden emekli olarak ya da istifa ederek oraya geçmektedir. Üreten insanların, teşkilat kanunundaki ünvanlar mecburiyeti ile idari görev alması ile işler durmaktadır. Alanında başarılı, üstün bir kişinin idari göreve zorlanması, kendisini alanda yavaşlatmaktadır. Eğer bilim/bilgi toplumu olacaksak, her idari göreve aday olan mutlaka görev süresi içinde yapmayı düşündüğü  projeleri, kurum çalışanlarına anlatmalı, temayül alınmalıdır.

            Yeni YÖK yasa önerisi açıklanınca, bir çok uzman, yazar, eğitimci, STK lar görüşlerini bildirmeye başladılar. Üniversite Rektörlükleri de, alınan bilgilere göre,  10 gün içinde öneri ile ilgili görüşlerini göndermiş olacaklar ve Kasım ayı sonu bulunacak. Aralık başında öneri Meclis’e sunulsa, Bütçe görüşmeleri başlayacağı için, yeni yıla kalma ihtimali var. Ayrıca, 2547 sayılı kanun değişikliği olacağı için, 367 kabul oyu gerektiği görüşü hakim, bu da kanunun daha tartışılır ve doğru çıkmasına yardımcı olabilir.

Şimdi bazı önerilerle ilgili  görüşlerimizi verelim;

Yeni YÖK yasa önerisinde,  YÖK’ün adı, başına kelimesi eklenerek “Türkiye Yükseköğretim Kurulu” olarak değişiyor. Ayrıca; araştırma birimi (araştırma üniversitesi veya araştırma bölümü) oluşturulmaktadır. Bu olumlu ve zaten olması gereken birimlerdir. Arş.Gör ve Yard Doç. kadroları yerine “Araştırmacı öğretim elemanı”, “Proje araştırmacısı” istihdamı öneriliyor. Yeni akademisyenliğe başlayanlar;  yıllarca “asistandılar”, sonra  “araştırma görevlisi” oldular, şimdide “araştırmacı öğretim elemanı” olacaklar, isim değiştirmektense “asistan”a dönmek daha iyi olmaz mı? İsim değiştirmekle sorunlar çözülecek, eski olumsuz izler silinebilecekse mesele yok…

Yasa önerisinde; “Kurulun en üst karar organı olan Yükseköğretim Genel Kurulu, başkan dahil 21 üyeden oluşacak. Üyelerden beşi siyasi parti gruplarının göstereceği adaylar arasından TBMM tarafından, beşi Cumhurbaşkanı, beşi üst düzey kamu görevlileri veya profesör unvanına sahip öğretim üyeleri arasından Bakanlar Kurulu’nca; altısı kendi üyesi olmayan profesörler arasından Rektörler Kurulu’nca seçilecek.” deniliyor. YÖK’te Başkan, üniversitelerde  Rektör dışında,  yönetimlerde ve kurullarda, Prof. olma şartı kaldırılmalı; Doç. ve Y.Doç.Dr. larında görüşlerinden/hizmetlerinden  yararlanma imkanı sağlanmalıdır.

Ayrıca; hazır YÖK yasası değişiyorken,  gelişmiş ülkelerde olmayan, Y.Doç. kadrosu tümden kaldırılmalı, uluslar arası kabul gören “Dr.” öğretim üyesi sınıfına tekrar alınmalıdır. Yabancı dil sorunu da Dr./sanatta yeterlikte bitirilmelidir.  Çünkü,  Y.Doç. lik “bir ara kadrodur”. Bu sistemde  ÜDS’ yi geçen  kişi –niye Y.Doç. kadrosuna başvursun ki- beklemeden Doç. kadrosuna –kadro varsa- başvurabilmektedir. Dr.  ve Doç. ünvanı ve tezi tekrar ağırlığını hissettirmelidir.

Yasa önerisi, çoğunlukla seçimlere odaklanmış gözüküyor. “Üniversitelerarası Kurul” ve “Rektörler Konseyi” de kaldırılarak yerine “Rektörler Kurulu” getiriliyor. Bu kurullar/konseyler öğretim üyelerini ve öğrencileri doğrudan  ilgilendirmiyor.

Yasa önerisinde;  “rekabeti teşvik eden, yükseköğretim kurumlarının kendi içinde performansı öne çıkaran bir yönetim modeli”  ile  “Akademik üretimi merkeze alarak desteklemek, akademisyenlerin performansları doğrudan kurumun performansına yansıtmak ve bu performansında maaşa yansıtılmak” öneriliyor. Çok güzel ve istenen bu, ama bir birinden çok farklı alanların ölçütlerinin iyi tesbit edilmesi gerekiyor.

Yasa önerisinde;  “1.Devlet üniversiteleri, 2. Vakıf üniversiteleri, 3. Özel üniversiteler, 4. Yabancı üniversiteler” öngörülüyor. Özel ve yabancı üniversitenin eğitim sistemine yararları/ zararları eski deneyimlerden yola çıkarak çok iyi değerlendirilmelidir.  Devlet ve vakıf üniversiteleri vardı, şimdi   özel, paralı üniversite devreye giriyor.  “Özel ve yabancı üniversitelerin Türkiye’de şube açması, fakülte açması”  önemli bir konu, ama, vakıf üniversiteleri nedeni ile, devlet üniversitelerinin  akademik anlamda kan kaybettiğini de unutmayalım.

Kalkınma Bakanlığı tarafından düzenlenen 10. Kalkınma Planı Yükseköğretim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması Özel İhtisas Komisyonu, 5-6 Eylül tarihlerinde toplandı. , , Yükseköğretim Kurulu, Kalkınma Bakanlığı ve üniversite rektörlükleri temsilcilerinin de bulunduğu komisyon üyeleri çoğunluğu tarafından kabul edilen çalıştayın sonuç raporunda; “Üniversitelerin bütçe yönetiminde serbest olması gerekir. Üniversiteler gerektiğinde borçlanarak fon yaratabilmelidir. Yaratılan kaynakları kendi amaçları doğrultusunda harcayabilme yetkisine sahip olmalıdır. Kadro ve çalışan ücretlerini belirlemede serbestliğe sahip olmalıdır. Devletin ana ödeneği kurumsal kriterlerine göre sağlanmalıdır.
Öğrencilerin öğrenim masraflarına katılmaları gerekmektedir. Türkiye’de uygulanan vergi politikası ve gelir dağılımındaki sorunlar dikkate alındığında, parasız eğitimle sosyal adalet arasında ilişki kurulması söz konusu olamamaktadır. Bu açıdan tam burs politikasının sadece alt gelir grubuna yönelik olması gerekmektedir” ifadeleri yer aldı. (Basından, 03.11.2012)

“Konseyde en çok vergi veren üyenin atanması” teklifini, çok iyi düşünmek gerekir…

Yasa önerisinde; üniversitelerin faaliyetleri için “Değerlendirme ve Denetleme Daire Başkanlığı” kurulacak deniyor. Şimdiye kadar yok muydu? Vardı da adımı değişiyor?

Yasa önerisinde;Rektörlerin 5 yıllığına 1 kere atanmasıöneriliyor. Üniversiteler adeta bir holding, üst makamların sık sık değişmesi gelişmeyi engelleyebilir. Başarısız ise, sorun yaratıyorsa yasalar var, uygulanır. Neden başarılı insanlar engelleniyor, başarısız olanla bir tutuluyor anlamak mümkün değil. Sınır getirmek etik ve demokratik gözükmüyor.

            Yasa önerisinde; Dekan belirleme şekli “Üniversite Konseyi olan Devlet Üniversitelerinde Dekan ilan üzerine başvuran Prof. unvanına sahip adaylar arasından Konsey tarafından 3 yıl süreyle atanır. Üniversite Konseyi, dekanın, başvuran adaylar arasından, fakültede kadrolu olarak görev yapan öğretim üyeleri tarafından seçilmesine de karar verebilir” deniyor. Ayrıca, tam gün çalışan, akademik kurullara, bölüm kurullarına katılan, görüş bildiren, komisyonlarda görev alanÖğr. Gör, Okutman ve Arş. Gör. neden seçimlerde engellenir, 2012 de anlamak mümkün değildir…

Fakülteler, Yüksekokullar v.b.  üniversitelerin ana damarlarıdır, akademik kurullarında karar alması, kendini yönetmesi etik ve tarihsel bir gelenektir. Ayrıca, Dekan olmak için Prof. şartı mutlaka kaldırılmalıdır. Üst ünvanı saygı olarak görmek, Doç. veya Y.Doç. olursa saygı gösterilmeyeceğini düşünmek, bilime/sanata ve Türk terbiyesine de uymamaktadır. İdarecilik özel yetenek isteyen bir görevdir.

 “Yükseköğretim kurumlarının bütün düzeylerdeki öğrenci ve mezun kayıtları Kurul tarafından oluşturulacak yükseköğretim öğrenci veri tabanında güncel olarak tutulacak; yükseköğretimle ilgili bütün istatistikleri hazırlayabilecek sürekli bir birim öngörülmektedir.” Olması gereken bir uygulamadır. 

 “Yardımcı doçentlerin, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması, akademik unvanların üniversitelerde boş olan kadrolara göre veya norm kadrolara göre verilmesi, kadro olmadan doçent unvanı verilmemesi” öneriliyor. Sözleşmeli kadrosu, halen uygulanan (Vakıf Ün. uygulanan) ama sorunlar doğuran bir konudur. Duygusallığı ile iş yapmayı ilke edinen insanımızın yıllık sözleşmelilere nasıl bakacağı tahmin edilmektedir. Yardımcı doçentlerin tümünün, doçent ve profesörlerin belli bir oranda sözleşmeli olması önerisi bile, üst ünvana (Prof.) verilen ayrımcılığı göstermektedir. Bu; akademik özgürlüğü ve çalışmayı da, sürekliliği de  engelleyebilecektir.

            “Bir devlet yükseköğretim kurumunda öğretim üyesi kadrosunda kesintisiz fiilen beş yıl çalışan öğretim üyelerine yurtiçinde ve yurtdışında araştırmalar yapmak amacıyla bir yıl süreyle ücretli izin verilebilir” önerisi olumludur ve  gelişmiş birçok üniversitede var olduğu bilinmektedir.

“Öğretim elemanlarının bir önceki yıl içinde gerçekleştirdikleri akademik faaliyetleri 100 puan üzerinden değerlendirmeyi ve bu puanlar üzerinden belirli bir yüzde ile maaşa yansıması” öneriliyor. Gerçekçi ve doğru  bir uygulama olursa öğretim elemanlarını çalışmaya teşvik edebilir.

            Öneride, “ÜDS puanının 65 olarak kallması ve 2 yıl geçerli olması” öneriliyor ki, ülkemizdeki yabancı dili öğretme sorunu hala aşılamamıştır. Anadolu Liseleri dahi çözüm olmamış, dershaneler, özel hocalar çoğalmış, onlarda sadece sınav geçmeye endeksli çözümler üretmişler, konuşma ve anlamada gelişme sağlanamamıştır. Bu nedenle, -uluslar arası alanlar hariç- özellikle sanat ve Türkoloji alanlarında ÜDS baraj olmaktan mutlaka çıkarılmalıdır. Diğerlerinde de, Üds puanı ile bilim puanı ortalaması (%30+%70) veya (%20+%80)=50 alınmalıdır. Üniversitelerimizin en ciddi sorunu uluslararası ölçekte akademisyen yetiştirememesidir. Yıllık 8000 nitelikli doktoralı araştırıcıya ihtiyacı olduğu söylenen  ülkemizde akademisyenlerin neden Dr. Olamadıkları, Y.doç. lerin neden Doç. olamadıkları (sayıları 15.000) araştırılmalı ve çözüm önerileri yasaya yansımalıdır. ÜDS aşamayan, alanında bilgili ve yetkin, birikmiş ve mağdur olmuş Y.Doç.ler için mutlaka geçici bir madde ile bilim sınavı değerlendirilerek akademik barış sağlanmalıdır. Prof. olduktan sonra geri kalan unvan sahiplerinin önlerine yeni barajlar konmamalı, etik davranılmalı, bilim/sanat üretimine hız kazandırılmalı, üniversitelerimizdeki, eğitim ve bilimsel/sanatsal araştırmaların kalitesi artırılmalıdır. Yükseköğretim “siyaset üstü ve üniversitelerin liyakatine” dayalı olmalıdır.

Yasa önerisinin Prof. lar tarafından hazırlandığı, öneride bu ünvana yapılan pozitif ayrımcılıklardan bellidir. Yasa önerisi çalışmalarında mutlaka Doç. ve Y.Doç. lerde yer almalı, sorunlarının çözümleri yasaya aktarılmalıdır.

Yeni yasa ile akademisyenler; araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla bireysel ya da birlikte bilgi edinme, geliştirme ve aktarma özgürlüğüne sahip” olmalıdır.

YÖK Başkanları kendinden sonrakileri, Rektörler üniversitelerinin geleceğini, Prof. lar kendilerinden sonra gelecek akademisyenleri düşündüğünde, kendi çektikleri sıkıntıları gelecek nesiller çekmesin anlayışında olduğundaher şey daha güzel olacaktır.

Sanat kurumları, üniversitelerin tanıtım, sosyal ve paylaşım alanlarıdır. Biz sanatçı/akademisyenler, “enerjimiz boşa gitmesin, yeni YÖK ile birlikte “sanat eğitimi” de  kazansın” istiyoruz.

Çünkü, orkestra; sadece çalgıları ve şefleri ile değil, repertuarı ve yorumu ile de güçlü olmalıdır. Uyarlarsak, YÖK; sadece öğretim üyeleri ve öğrencileri ile değil, yasaları/yönetmelikleri ve uygulamaları, sonuçları ile de güçlü olmalıdır.

1982 YÖK Yasası, askeri vesayet altında, “üniversiteleri rap/kontrol” altına almak için hazırlanmış, çok tepki almış ve zamanla çok değişikliğe uğramıştır.

Ülkemiz akademik hayatının; çoğunluğun kabul edeceği,  uygulanabilir/kabul edilebilir  bir SİVİL  YÖK yasası çıkarması için yeterli gücü ve azmi vardır.

Yazımızı Ziya Gökalp’ten bir dörtlükle bitirelim.

“Koşan elbet varır, düşen kalkar

Kara tastan su, damla damla akar

Birikir, sonra bir gümüş göl olur

Arayan hakkı, en sonunda bulur.”

Güncel bir not: Bu arada YÖK’ü protesto eden gençlere de bir sözüm olacak. Üniversite kazanma şansını yakalamış değerli gençler; ebeveynleriniz sizi, “bin bir güçlükle, okumak, iyi bir eğitim almak, meslek sahibi olarak ülkesine hizmet etmek amacı” ile üniversitelere gönderiyor. Sizler; “hızla okulunuzu bitirecek, en iyi eğitimi almak, bilgi toplumu olmak amacı içinde uğraşan/gelişen ülkemizin gelecekteki emanetçileri” olacaksınız. Ekrandan sizleri, güvenlik güçleri ile karşı karşıya gören ailelerinizin durumunu lütfen iyi düşünün, bu oyunlara artık gelmeyin, geçmişte olanları doğru okuyun… Bugün Gazetesi’nden Kamil Elibol’un haberi ne demek istediğimi örnekleyecektir;

“…..'OĞLUMU CANLI BOMBA YAPACAKLAR'
Türkiye, Berk'i babası İsmail Ercan'ın "Kurtarın evladımı, yoksa oğlum canlı bomba olacak" sözleriyle tanıdı. Acılı baba yasadışı DHKP-C terör örgütü tarafından kaçırıldığını öne sürdüğü oğlunu kurtarmak için mücadeleyi bırakmadı. Oğlunun katıldığı eylemlere katılan Ercan, "hücre evi" olduğunu iddia ettiği eve gitti, dayak yedi. Geçtiğimiz ay İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na oğlunun yasadışı örgütün elinden kurtarılması için dilekçe vererek Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Uysal'a yaşadıklarını anlattı. Babanın şikayeti üzerine savcılık soruşturma başlattı. İsmail Ercan oğlunu ikna etmede sonuç alamayınca bu kez Terör Mağduru Aileler Derneği'ni kurmak için adım attı. İsmail Ercan'ı üzen haber ise Ankara'dan geldi. İddiaya göre Berk Ercan, "örgütsel" tavır gösterdi ve polise ifade vermedi. Susma hakkını kullanan Ercan'la birlikte üç arkadaşı Savcılığa sevk edildi. Savcılık, şüphelileri hakkında adli kontrol ve yurtdışına çıkış yasağı koydu. Berk Ercan oturduğu bölgenin polis merkezine haftanın üç günü giderek imza verecek……”(07.11.2012)

Ek: 2013 YILI PROGRAMINDA EĞİTİM SİSTEMİNİN GELİŞTİRİLMESİ*

Üniversiteler ile ilgili bölüm;

YÖK’ün düzenleme, yönlendirme, koordinasyon, planlama ve denetimden sorumlu bir yapıya dönüştürülmesine ve kurumsal kapasitesinin uzmanlığı esas alacak şekilde geliştirilmesine, üniversitelerin idari ve mali açıdan özerk ve hesap verebilir hale getirilmesine yönelik çalışmalar yapılacaktır.

Hazırlanacak araştırma altyapısı ve öğretim üyesi envanterine dayanarak üniversitelerin bulundukları yörelerin potansiyellerine de uygun şekilde uzmanlaşmaları gözetilecektir. Bu çerçevede, akademik personel ve harcama politikası etkili şekilde Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) etkin bir şekilde uygulanacaktır.

Yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyesi açığının yarattığı olumsuzlukları gidermek amacıyla uzaktan eğitim imkanları da kullanılarak gelişmiş üniversitelerin öğretim elemanı ve altyapısından yararlanılacaktır.

Öğretim görevlisi, okutman ve uzman sayısını artırmak suretiyle yeni üniversitelerdeki öğretim elemanı açığı azaltılacaktır. Kısmi zamanlı ders verme özendirilecektir. Araştırma görevlilerinin özlük hakları iyileştirilecek ve özellikle yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyeliğini teşvik edici düzenlemeler yapılacaktır.

*23 Ekim 2012 Tarihli ve 28450 Sayılı Resmî Gazete – Mükerrer

Akademisyenler için iyi bir haber: “Üniversitelerimiz bünyesinde yapılan çok değerli çalışmalar, araştırmalar var. Ancak bu çalışmaların çoğunun raflarda kaldığını, bir ürüne dönüşmediğini görüyoruz. Akademisyenlerin performans kriterleri içerisinde bilimsel yayına daha çok önem verilmesi, patent ve sanayiye yönelik projeleri geri planda bırakabiliyor. Yani sanayicilerimizin ihtiyaçları ile akademisyenlerimizin öncelikleri bir türlü kesişemiyor. Bu noktada, üniversitelerimizdeki bilimsel çalışmaları sanayiye aktaracak bir yapıya ihtiyaç var. İşte bu konuda çözüm olarak karşımıza Teknoloji Transfer Ofisleri çıkıyor. Artık üniversitelerdeki akademik çalışmalar rafta kalmayacak. TÜBİTAK aracılığıyla, üniversitelerin bilim, teknoloji ve yenilik sistemindeki etkinliğinin artması ve katma değer yaratacak bilgi üretiminde daha aktif rol almasına yönelik Teknoloji Transfer Ofisleri (TTO) Destekleme Programı başlattık.  Destek oranları ilk 5 yıl için yüzde 80, ikinci 5 yıl için ise yüzde 60 olacak. TTO'ların ön ödeme de alabileceği destekler kapsamında üst sınır 2012 yılı için yıllık 1 milyon lira olarak belirlendi. Başvurular, açılacak olan çağrı dönemlerinde proje şeklinde alınacak. Çağrıya ilişkin başvurular, 31 Aralık 2012'ye kadar yapılabilecek.” Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün açıklamaları, Yeni Şafak Gazetesi/Ekonomi, 07.11.2012