BIST 9.645
DOLAR 32,58
EURO 34,91
ALTIN 2.439,08

“Yabancı dil bilmeyen akademisyen olamaz” diyenler nerdesiniz?!.

Anlaşıldı ki; Y.Doç.ler, üst unvanlılara çok rahatsızlık veriyormuş!..

GÜNCEL/MÜZİK: “2018 Uluslararası Portakal Çiçeği Karnavalı’nda en az 7000 kişinin katılımı ile Toplu Gitar Çalma Dünya Rekor Denemesi, efsane şarkı “Akdeniz Akşamları” eşliğinde gerçekleşecek.  Özellikle yaz aylarında sahillerde bir araya gelen gençlerin, çok sayıda futbol takım taraftarının takımlarını desteklerken söyledikleri ve gitarı öğrenen hemen herkesin çalmaya çalıştığı ilk parça olan “Akdeniz Akşamları” bu kez bir rekor denemesi için çalınacak. Rekor denemesine en az 7 bin müzikseverin katılması bekleniyor”, Gençleri, böyle güzel haberlerle, yeteneklerini geliştirici faaliyetlerde görmek istiyoruz… Tebrikler

Vay arkadaş; yazıyoruz, çiziyoruz, hala aynı/bilinen/yanlış görüşteler, araştırmadan  gerçeği ters düz ediyorlar.

CNN Türk'te yayımlanan, Deniz Bayramoğlu'nun sunduğu "Gündem Özel" programına geçen akşam  -teknoloji yazarı-  Serdar Kuzuloğlu çıktı. Diğer görüşlerine değinmeyeceğim, çünkü Y.Doç.lerle/alanımızla ilgili yine yanlış sözler etti;

"Akademisyenlerimizin bile cehaleti savunduğu bir dönemdeyiz. Akademisyenler çıkıp, 'yabancı dil bilmeye ne gerek var, niye bizi bunlarla uğraştırıyorlar' demiş ve devam etmiş; "Yeni çıkan kanunla mahallelerde İmam Hatip Liseleri’nin açılmasını mümkün kılan düzenleme yapıldı. Güzel Sanatlar Fakültesi açabiliyor musun, hayır, konservatuar açabiliyor musun, hayır, Fen Lisesi açabiliyor musun, hayır. Bütün bunların neden olduğunu düşünmemiz lazım." 

Bu yanlış görüşlerin ısrarı nedeniyle, mecburen konuya girmek zorundayız. Gerçek olan şudur; ülkemizde yabancı dili öğretemiyoruz…Burada birleşelim, çözüm için sağlıklı kararlar alalım bari… Kuzuloğlu yanlış bir bilgi almış ya da araştırmamış..Şöyle ki;

YANLIŞ 1: Bildiğim/takip ettiğim kadarıyla kadarıyla isteyen üniversite, kanun teklifi ile GSF ve Konservatuar kurabiliyor. Rektörlerin ve bölge/il MV isteğine bağlı bir konu. Bu konuda bir sıkıntı olduğunu zannetmiyorum... Geçen yazımda R.G. yayınından ve kurulan fakültelerden  bahsetmiştim.

YANLIŞ 2: Y.Doç.liğin adını değiştiren kanun görüşülürken, yabancı dil sınavını geçenlerin çok kullandığı bir cümleydi; “yabancı dil bilmeden akademisyen olunmaz” v.b.” Ülkemizde tartışmalar, gerçek ortamından hemen kaydırılıyor ve laçkalaşıyor. Sanki, değiştirilen kanunda yabancı dil 60 puan olduğu sürece;  ülke eğitim/kültür/sanat/buluş/patent v.b. şaha kalkmış!..Yabancı dili geçip Doç. ve Prof. olan, özellikle  sosyal/sanat alanı mensupları bülbül gibi İngilizce konuşuyor olmuşlar!..Kitap/yayın zengini olmuşuz!..

Bir kere daha belirtelim ki, Y.Doç.’ler; “yabancı dil kalksın”, “yabancı dil olmasın”, “Biz bu unvandan memnun değiliz”, “Kendimizi Doç.lerin yardımcısı olarak görüyoruz, bizi bu unvandan kurtarın”   demedi. Ama, Y.Doç.ler adına birileri hep -olumsuz- kunuştu… (Yabancı dil puanının 55 olması bir şey değiştirmeyecek, çünkü soruları zorlaştırırsanız, o da alınmaz! )

Y.Doç.’ler sadece;

a)Yanlış yollarla –mahkemeler/araştırmalar hala sürüyor!-  yabancı dili geçenlerin (özellikle 2010’dan sonra) kazandığı sisteme bir karşı çıkış vardı.

b)Yabancı dili, alanlarında yeterli derecede biliyorlardı.

c)Yabancı dilin baraj olmasına ve bilim/sanat çalışmalarının ikinci plana atılmasına karşıydılar.

d) Yabancı dil ile akademik çalışmaların ortalama puanının alınmasını (%70 bilim/sanat+%30 yabancı dil=60  v.b.)  istediler.

e) Yabancı dilin Dr./Sy. eğitiminde   çok iyi verilmesi, sıkı tutulması konusunda hem fikirdiler.

f) Doç.lik için  için konulan yabancı dilin, Prof. olunmasında neden yok olduğunu, bu aşamada gerekli “kitap/eser/yayın zorunluluğunun” neden kaldırıldığını sorguladılar.

YÖK ve TBMM Eğitim Komisyonu Üyeleri bile bu söylemleri dikkate almadı, yanlış yollarla yabancı dili verip şu anda Prof. olanların -ki, 2010’dan sonra çok arttığı biliniyor-  ve söylentilerin  etkisinde kaldı. Hatta  bir MV, 70 puan  olmalı dedi, çünkü Prof.’ tu!...

Peki 7100 Sy.yasa ile ne oldu?

Yabancı dil kazandı mı?

Yabancı dil  bilen akademisyenler mi arttı?

Hayır?

Bakın ne oldu?!.

Dr./Sy. unvanı olanların, -eski adıyla Y.Doç.-, yeni  adıyla Dr.Öğr.Üyesi kadrosuna atanmak için yapılmakta olan “yabancı dilden Türkçe’ye çeviri sınavı” kaldırıldı. Yani, yukardaki (e) maddesi isteği iptal oldu.

Eeeeee, hani yabancı dil bilmeden akademisyen olunmazdı?

Geçin kardeşim!..

Daha;

Yönetmelik yazmaktan,

Ucunun nereye dokunacağını görmekten,

Yanlış yönetmeliği okuyup anlamaktan ve çözmekten bihaberiz!...

NOT: Çok yaygın bir söylentiye göre sözlü sınav şunun için kalkmış; 2013’te Dr.olan Selman Öğüt, 2009-2014 yılları arasında M.Ü. Hukuk Fakültesinde Arş.Gör., Temmuz 2014’ten  itibaren  İstanbul Medipol Üniv. Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı'nda Y.Doç. çalışmaya başlamış. Üniversitenin Hukuk Fak. Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yapmış. Doçentlik için yabancı dil şartının kaldırılması gerektiğini savunan Öğüt, "Yerli ve milli vurgusu yaparken akademisyenleri bir test formatında dil sınavına mahkum etmek haksızlıktır. Akademisyene tercüman muamelesi yapılmamalı" iddiasında bulunmuştu. İnternethaber’deki bir yazısında; “Geçtiğimiz Pazartesi günü İstanbul Üniversitesi’nde doçentlik sözlü sınavına ikinci kez girdim ve başarısız bulundum. İkinci kez bırakıldığım sözlü sınavdan sonra gerek sosyal medya üzerinden gerek telefonla arayarak desteklerini bildirenlere çok teşekkür ediyorum. Arayanlardan biri de YÖK Başkanımız Prof.Dr. Yekta Saraç hocamızdı.” demişti.  Bir ara ekranlardaki tartışma programlarına çıkan, ama söylemleriyle çok eleştiri alan Öğüt’ün, Cumhurbaşkanlığı Danışmanı olduğu ve “sözlü sınavın onun ve bilinmeyen diğerleri  için kaldırıldığı” konuşuluyor. Yabancı dili nasıl/nerden almış bilmiyoruz ama, o şimdi Doç. Ekim 2017’de “Bir akademisyen siyesi söylemlerine dikkat etmeli” başlıklı yazımda ondan bahsetmişim. Yine söylüyoruz, sözlü sınavı kaldırmak için Y.Doç.leri tenzili rütbe yapmaya gerek yoktu ki!...

Son söz:  “Bu memlekette sağcı solcu, ilerici gerici yoktur, bu memlekette namuslu ve namussuzlar vardır. Siz namuslulardan olun” (Cemil Meriç)

AKADEMİSYENLERİN MESAİSİ…

Akademisyenlerin 08.00-17.00 olarak uygulanan mesai saatleri içinde fakültede bulunmaları zorunlu mudur? sorusuna cevap: “Danıştay 8. Dairesi verdiği kararda, Akademisyenlerin yaptıkları iş ve çalışma koşulları gereği kendilerine tahsis edilen odalarının dışında da çalışmalarını devam ettirebileceklerini ve akademik kariyerin ve akademik çalışma hayatının bir parçası olarak, gerek kütüphane ve benzeri yerlerde araştırma yapmak, derslere girmek, projeler yönetmek gibi faaliyetlerde bulunmak amacıyla mesai saatlerinde fakülte binası dışında bulunabilmelerinin mümkün olduğunu ifade etmiştir. Kararda, Araştırma Görevlisine, izinsiz ve kurumlarınca kabul edilen özür olmaksızın devamsızlık göstermek disiplin suçunu işlediğinden bahisle verilen disiplin cezası, akademik alanda çalışan kişilerin yaptıkları iş ve çalışma şekilleri dolayısıyla gerektiğinde kendilerine tahsis edilen odalarının dışında da çalışmalarını devam ettirebilecekleri; bunun yanında disiplin soruşturması raporunda araştırma görevlisinin okula hiç gelmediğine ilişkin bir tespitin yapılamadığı, imza föyü uygulamalarına bakıldığında ise; 08.00-17.00 saatleri şeklinde olmasa da, davacının makul saatler içerisinde mesaisini tamamladığı ve imza föylerinde de davacının okula gelmediğine dair bir tespitin yapılmamış olduğu gerekçeleriyle iptal edilmiştir…”

SÜRRE  ALAYI…

Dün akşam Grand Pera Emek Sineması’nda, Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu tarafından; çok iyi araştırılmış ve hazırlanmış bir konser izledim ve çok iyi bilmediğim bir konuda bilgilendim;
Sürre Alayı. Kelime anlamı; “Osmanlı döneminde, sürreyi Hicaz’a götürmek üzere törenle yola çıkarılan topluluk” demektir. Surre alayı, hac mevsiminde kutsal topraklarda olmak için, üç ayların başı olan Recep ayının on ikinci günü hacca gidecek Osmanlı Müslümanları ile birlikte yola çıkar, Şam’da Ramazan ayını geçirdikten sonra mukaddes beldelere ulaşır, Mekke’de, Medine’de gönderilen hediyeleri dağıtır, haccı edâ eder ve geri dönerdi. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Sefer-i Hümâyunu sonrasından itibaren, Osmanlı Devleti, her yıl, Haremeyn’e (Mekke ve Medine’deki mübarek mekânlara) armağan olarak para ve çeşitli armağanlar gönderirdi.Gönderilen paralar başta Peygamber Efendimiz’in ve Ashab-ı Kiram’ın torunları olmak üzere, bütün Medineli fakirlere dağıtılırdı. Sürre Alayı her yılın hac mevsiminde İstanbul’dan büyük merasimlerle uğurlanır, padişah İstanbul çıkışına kadar refakat eder,mübarek topraklara saygısından dolayı mutlaka yaya yürürdü. Sürre Alayı’nın götürdüğü armağanların en önemlileri, hiç kuşkusuz, Kâbeörtüsüyle, üzerinde devrin padişahının adının yazılı olduğu “Kâbe Kuşağı”ydı. Sürre Alayı ile birlikte yola çıkan ustalar hac yollarını ve çeşmeleri onarırdı. Şef, sanatçı dostum İhsan Özer’e, metni-resimleri hazırlayan Özata Ayan’a ve anlatımı yapan Enes Ergür kardeşlerime ve topluluk üyelerine teşekkür ediyorum. (Resim,konserden)