BIST 9.722
DOLAR 32,56
EURO 34,99
ALTIN 2.420,94

Tarafını seç!, sen; milli (alaturka) misin, çağdaş (alafranga) mısın?..

Müzikte/sanatta; hem milli, hem çağdaş olunabilir.

GÜNÜN ŞARKISI, Barış Manço’dan…Dağlar, dağlar.. (Afrin Harekatına katılan TSK mensuplarına ve ailelerine armağan ediyoruz)

Toplumlar ve kişiler için çok önemli olan “ahlak, erdem, hikmet, marifet” v.b. gibi  kavramlar; “değerler kavramı”, “değerler eğitimi” adı altında bir çok kitapta yer alıyor. Ancak, MEB; sanki kendi öğretmenleri – Eğitim Fakültesi mezunları- bu değerlerden uzak ve veremezlermiş gibi; özel protokoller  yaparak, kaynak aktararak, değerler eğitimini bazı dernek/vakıflara devrediyor. Demek ki, bu fakültelerdeki akademik kadrolarda  “değerlerde” yetersiz!...

Her ne kadar  bu değerler;  bir kitapta, bir konferansta, bir bildiri de dinlense/nasihat edilse/okunsa  bile, uygulama ile yaşarken hayata geçirilmesi önemli. Yoksa, her şey havada kalır ve  kişiyi; ahlaklı, erdemli, hikmetli ve arif yap(a)maz. Bu değerler  hayatla test edilerek uygulanınca, kişileri tarif ederken; “ahlaklı, erdemli, hikmet sahibi, arif, olgun, mütevazı v.b.” sıfatları   eklenir. İsimlerinin önüne bu sıfatları ekletenler; “iz bırakmış, makamı güçlendirmiş, üretmiş, paylaşmış olarak” kalplerde yer ediniyorlar.

İşte son örnek, Y.Doç.liğin kaldırılması…

Cumhurbaşkanımız, bu kadar yoğunlukta; “yabancı dil barajı” ile etkisizleştirilmiş  Y.Doç. unvanın işe yaramadığını, üretimi aşağıya çektiğini/alaturka davranışı gördü ve kaldırın talimatını  verdi...Oysa, YOK; bu unvanın getirdiği mahzurları çok önceden  görmeli, atik davranmalı, yanlıştan vazgeçmeli, siyasilere anlatmalı ve Dr., Doç., Prof. sistemine dönmeliydi. Hadi diyelim – darbe ile 1982’de geldi-  5 sene uygulandı, hadi 10 sene uygulandı ve görülmedi. 1992’den itibaren hiçbir YÖK Başkanı, Başk. Vekili, Yön.Kurulu üyesi, Genel Kurul Üyesi’de mi fark etmedi?.. Ve, her Başkan; “başarılıy(d)ım” dedi!...Hepsi, bir üniversitede olan Rektör/Prof. lar, birimlerindeki rahatsızlıklardan nasıl habersiz olmadı?.. Tıpkı; “2010’dan sonra çalınan soruların, usulsüz geçilen yabancı dillerin, paralel yapılanmaların”  duyulmadığı gibi!...Diyoruz ya; üste geçen altı ezmeye, altın sorunlarıyla ilgilenmemeye başlıyor… Ülkemizde -nedense- her alanda bir ayrım, insanları zıtlaştırıyor/ötekileştiriyor. Makamlara gelenler;  kendi görüşünü/bakışını doğru kabul ederek, kurulan sistemleri alt üst edebiliyor. Ne yardımcıları, ne yönetim kurulları, buna engel oluyor.

M. K. Atatürk, 1 Kasım 1934’te T.B.M.M. de “Musiki”  üzerine tarihi bir konuşma yaparak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin müzik politikasına açıklık ve kesinlik getirmişti: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musiki değişikliğini alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen musiki yüz ağartıcı değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları biran önce genel Musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu şekilde, Türk Ulusal Musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir” Bu sözler bile Türk müziği aleyhine kullanılmış, kısa süren radyo yasaklamaları getirilmiştir. Oysa, her söylem; yılına, ortamına, gelişmesine, bütününe göre değerlendirilmelidir.

Müzik alanı;  bu ayrımdan yıllarca çekti ve hala çekiyoruz…

Bu ülkede, maalesef; “Milli olmak” gericilik/tutucukluk, “Çağdaş olmak” ilericilik haline dönüştürüldü. (Aynı; Alaturka ile alafranga ayrımı gibi)  Oysa, ikisi de ayrı anlamı olan değerler ve  birbirlerinin karşıtı değil. Gelin anlaşalım..(26 Ocak 2018)

Yıl 2018 oldu, beyler artık; gençlerimizi iyi yetiştirmenin, sanat/kültür alanında zorlamanın değil;  özgür çalışmaların/projelerin/bilginin/üretimin  önünü açmanın zamanı gelmedi mi?

Diyoruz ki; Türk müziği “alaturka”, çoksesli müzikte “alafranga” değildir, gereksiz terminolojiler türetmeyelim. Alaturka; bir yaşam şeklidir, yaşam biçimi benimsenmiş tutumdur. Alafranga; batı yaşam türünü/şeklini  benimsemektir. Alaturka/Alafranga  yaşamak, ayıp bir şey değildir ki!...Kişilerin tercih meselesidir…

Diyorlar ki; Hayır; alaturkasınız, köylüsünüz, sanattan anlamıyorsunuz…Sizin  söylediğiniz, ürettiğiniz müzikler/ değerler müzelerde  yer almalı...

Diyoruz ki; Türk müziği okullarda (MEB dahil) mutlaka yerini almalıdır. Öğrenciler; kendi aşıklarını, bestekarlarını , şarkılarını, türkülerini, çalgılarını öğrenmelidir.

Diyorlar ki; Hayır, bu Atatürkçülüğe ve  laikliğe ters…Çoksesli müzik, demokrasi demektir, toplumun yapısını güzelleştirir. Türk müziği okullarda okutulmamalı, müzeye kaldırılmalıdır. Keman çalandan  Prof. olur, ama  bağlama çalandan  Prof. olmaz!...

Diyoruz ki; Cumhuriyetle beraber, Atatürk müzik devrimleri yörüngesinden çıkarıldı. O deha insan, müzisyen değildi; ama halk oyunları oynar, türküleri-şarkıları söylemekten-dinlemekten büyük bir zek alırdı.  Her şeyiyle milli ve yerli olan M. K. Atatürk; her alanda ülke değerlerini öne çıkartmak, batı dünyasında kendi değerlerimizi geliştirerek yer alınmasını, kültür/sanat alanındaki kurumların hayata geçmesini  sağlamak için çok uğraşmıştı. O nedenle, bizden-sizden tartışmasını kaldıralım artık…

 Diyorlar ki; Atatürk, sadece dinlenirken Türk müziği dinlerdi. O, çok sesli müziği işaret etmiş ve orkestraları kurmuştu. Özsoy opereti buna örnektir.

Diyoruz ki; Dâru’l-Elhân, Dâru’l-Bedâî, Dârulelhân ve devamındaki;  Musıki Muallim Mektebi/1924,  Riyaset-i Cumhur İnce Saz Heyeti/1924, Mızıka-i  Hümayun (Riyaset-i  Musıki Heyeti)/1927, İstanbul Belediye Konservatuarı/1926, Ankara Devlet Konservatuarı/1936, Gazi Terbiye  Enstitüsü Müzik  Bölümü/1937, Askeri Müzik Okulu/1938  kuruluşuna imza atan M.K.Atatürk ne demek istemiş acaba?

Diyorlar ki; Biz bilmeyiz!..Varsa yoksa; senfoni, orkestralar, çok sesli korolar, kurumlar, bale, operet v.b.

Diyoruz ki; Bir değeri eğitim içine almazsanız; standardı, birlik-beraberliği sağlayamaz, gelişmesine engel olmuş olursunuz. Bu engel sonunda; metotlar, kitaplar yayınlanamaz, projeler yapılamaz.. Yıllar önce (1977)  İTÜ TMDK’nın  kapatılmak  istenmesinin sebebi, bu engelleyici /yanlış/eksik düşüncenin, TMDK’yı metotları olmayan okul diye kapatmak istemesi ile ortaya çıkmıştır. Oysa TMDK;  hiçbir zaman çok sesli müziğe karşı çıkmamış/kötülememiş, her iki türü de birlikte veren bir okul olmuştur.

Diyorlar ki; Biz; Türk müziğinin eğitim sisteminde yer almasının,  ülkemizin gelişmesine katkıda bulunmayacağına inanıyoruz. Müzikteki devrimi anlamıyorsunuz?

Diyoruz ki; Yıllarca yazdınız/söylediniz; köylerimizde “erkekler keman çalacak, kızlarımız tenis oynayacak” diye. Ne oldu; nerede bu kızlar ve erkekler?…Neden başarılı olamadınız? Önünüzde engel de yoktu, kurumlarınız faaliyetteydi. (İlk TMDK 1975’te kuruldu) Halk, neden yanınızda durmadı, size katılmadı? Kimleri yetiştirdiniz  köylerimizden…Avrupa’ya gitmeden/göndermeden,  kimleri yetiştirdiniz?

Diyorlar ki; Köylerimize orkestralar götürdük. Dediler ki; “Bayburt,  Bayburt olalı böyle zulüm görmedi.” Gösteriler yaptık, festivaller düzenledik, ama bir grup elit dışına çıkamadık!…İş adamlarımızdan, komedi starlarından,popüler isimlerden şef bile yaptık, ama yinede halk bizle ilgilenmedi. Çünkü, halkın kültür düzeyi düşük!... Halk bizi anlamadı!...

Diyoruz ki; Acaba, sorun; halkın içinde yaşadığı değerleriyle uyuşmayan, kendi değerlerini öğretmeyen,  kendilerine hitap etmeyen batı müziklerini/değerlerini/çalgılarını  zorlamanız olmasın?! Neden, kendinizi bu kadar halktan üstünde görüyor, küçümsüyorsunuz? Ayaklarınızı  yere basmaktan neden korkuyorsunuz?

Diyorlar ki;  Ama M. K. Atatürk; “Bir ulusun değişikliğinde ölçü musikide değişikliği algılayabilmesidir” demiş. Buradan dediklerimiz anlaşılmıyor mu?

Diyoruz ki; HAYIR…

Çünkü, bu cümlede  “Müziğinizi   değiştirin”  denmiyor ki? “Değişiklik” kelimesinin  içine; düzenlemek, sahne kurallarını işletmek,  metotları yazmak, müzik eğitim kitapları yazmak, eğitim  müziği besteleri yapmak, orkestralaşmak, standardizasyona gitmek v.b. bir çok konu girer.  Hala  sadece kendi pencerenizden bakıyorsunuz…

Gel de anlaş birader!...

SONUÇ:

 M. K. Atatürk 10. yıl Nutkunda; “Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onu yükseltmektir. Bunun içindir ki milletimiz, yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaradılıştan gelen zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik ruhunu sürekli ve her türlü vasıta ve tedbirlerle başlayarak geliştirmek milli ülkümüzdür” demiştir. (1933)

Emil Durkheim ve Ziya Gökalp ile başlayan sosyoloji ekolü şudur;  “Bir kültür, bir milletin ruhu gibidir. Organik bir şeydir. Hayat görüşüyle, müziği ile, adeti ve ananesiyle, ölüsünü mezara gömüşüyle kültür organik bir bütündür. Nasıl dışardan organizmaya bir şey ithal ederseniz, onu reddederse, kültür de böyle bir şeydir.”

Başka söze gerek var mı?!...

BİMER VE CİMER, ÇALIŞIYOR MU?..

İnsanlar, kurumlarında çözül(e)meyen sorunlarını üst makamlara taşıyarak dile getiriyorlar. İşte; BİMER VE CİMER böyle oluşturuldu ve binlerce başvuru yapıldığı biliniyor. Çünkü, kurumlarda; baskı, mobbing, hak ihlalleri, yanlış uygulamalar v.b. çok fazla.. Ancak, son zamanlarda şöyle bir yanlış uygulama var. Bimer ceya Cimer’deki yetkililer, gelen şikayetleri hangi kurumla ilgili ise oraya gönderiyorlar. Yani, dilekçeniz, yine çalışılan kuruma geri dönmüş oluyor. Anladığımız kadarıyla, gelen yazılar Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a gösterilemiyor. Örneğin, eğitimle ilgili yazı; YÖK ile ilgili ise YÖK’e, MEB ile ilgili ise MEB’e v.b. gönderiliyor.  Ve, bu yolla da bir çözüm sağlanamıyor. Örneğin, şahsım; “konservatuar sanatçılarının ‘teşvik ikramiyelerini’ 4-5 ay gecikme ile aldıklarını, bunun sebebinin sözleşmede yazan  ‘Başbakanlık oluru ile verilir’ cümlesine bağlı olarak 6 imzanın devreye girdiğini, bunun mağduriyet yarattığını ve Başbakanlığın bunu çözerek, teşvik ikramiyelerinin de ‘rektör imzası’ ile verilmesinin sağlanmasını arz eden bir yazı göndermiştim. Bu durum, Üniversiteler Konservatuarlarında çalışan  400 sanatçıyı ilgilendiriyordu. Bana, dün İTÜ Rektörlüğümüzden; “teşviklerin ilgili yönetmeliklere göre ödendiğini, ve üniversitemizce yapılacak bir işlem olmadığını” bildiren yazısı geldi. Elbette, bu konuda  rektörlüğümüzün yapacağı bir işlem olmadığı gibi, gecikmede hiçbir suçu/dahli yok. Listeler zamanında gönderiliyor, sorun rektör imzalarından sonra -5 makam imzası-  başlıyor… Çözümü; Başbakanlıkta olan ve Başbakanlıktan beklenen bir işlemi ve isteği BİMER yetkilileri, rektörlüğümüze göndermiş!.. Boşuna meşguliyet ve zaman kaybı… CİMER’de öyle çalışıyor, gelen yazılar hop ilgili kuruma pas ediliyormuş. Demek ki, artık BİMER ve CİMER’e başvurmak soruna çözüm olmayacak…Sorun ne bilmiyoruz, ama akılda bulunmasında  yarar görüyoruz…

IX. HİSARLI AHMET SEMPOZYUMU….
Afyon Kocatepe Üniv. Devlet Konservatuvarı Müdürü, dostum Prof.Dr. Uğur Türkmen, dur durak bilmiyor. Yeni sempozyum  çalışması ile ilgili mesaj göndermiş.  Tarihleri, benim  Müzdak Sempozyumu ile çakışmasa, ben de katılmak isterdim. Bilim/sanat insanlarına duyurmak istedim. Amaç ve Kapsam: Hisarlı Ahmet, Değişen Toplumda Kültürlenme ve Kültürleşme, Müzik Algısı, Müzik Nereye Gidiyor?, Şehir ve Müzik, Müzik Dinleme ve Çalgı Performansında Ses-Tını-Algı Bileşenleri, Müzik ve Terapi, Müzik, Medya ve Teknoloji… İşte, Uluslararası Hisarlı Ahmet Sempozyumu’nun ilk sekiz yıllık verimi…Sempozyum, Mayıs 2018’de kapılarını “Müzik Teorileri” temasıyla açıyor. IX. Uluslararası Hisarlı Ahmet Sempozyumu’nun; müziğin yapısının özgürce araştırılacağı kalitatif bir bilgi şölenine sahne olması dileğiyle… IX.Hisarlı Ahmet Sempozyumu,10-12 MAYIS 2018, KÜTAHYA-Hilton Garden INN, www.hisas.org.tr