BIST 9.525
DOLAR 32,62
EURO 34,81
ALTIN 2.503,14

Sn.Cumhurbaşkanımızın söylemleri yine “isabetli” ama, uygulamalara yansımıyor?

"Kültür ve Sanat" üretenler, madden/manen rahat olduğu müddetçe özgürdür.

Sn.Cumhurbaşkanımız, Kültür Sanat Büyük Ödülleri töreninde, çok önemli konulara değindi. Biz, bazılarını yorumlarımızla veriyoruz.

CB: “Kültür ve Sanat özgürdür. Kutsallarını, inançlarını küçümseyen, hafife alan yahut ideolojik siparişlere göre yapmaya çalışanların yaptığının adı kültür sanat değildir.”

AY: Elbette, sanat/kültür renktir. Hayata bir bakıştır. Doğal olaylara karşı bir sevinç/sesleniş/serzeniştir. Sanatçı, ne kadar özgür olursa, o kadar üretim artar. Yaptığı eserin takdirini yine halk yapar. Yani, siyasilerin; üretime el koyması, engellemesi, beğenmemesi, etkinliklere çağırmaması v.b. önemli değildir. Halk sanatçıları, eğer toplumun ihtiyaçlarına cevap vermişse olay çözülmüş demektir.

Ayrıca, sanat-kültürün gelişmesi için; kişilere maddi kazanç getirecek değil, “toplumsal projeler” gereklidir. Fakat, Sn.Cumhurbaşkanımıza ulaşamıyoruz…O, 16 yıldır; bir avuç, popüler ismi yanına aldı, gerçek sanatçıları/proje üretenleri/ihale istemeyenleri görmüyor ya da gösterilmiyor!..MÜZDAK Başkanı olarak, 25 yıldır, alanında özgün ve tek  “İstanbul Türk Müziği Festivali” ni yapıyoruz. Ama, ne çağrılıyor/davet alıyor, ne kurullara alınıyor, ne de ödül veriliyoruz. Sonra, başarılı olamadık sözlerini duyunca üzülüyoruz. Ülkemiz, bu sözleri fazlasıyla tersine çevirecek sanatçılara sahip!..

CB: “Ülkemizin en büyük sorunu; bu alanların, kendini bu milletin üzerinde gören, toplumu küçümseyen bir grup tarafından esir alınmasıdır.”

AY: Bir zamanlar öyleydi ve bu söz doğruydu. Milletin kendi müziği yasaklanmaya çalışılmış, okullara sokulmamış ve bizim olmayan, bizi anlatmayan çoksesli müzik sevdirilmeye, milli müziklerin yerine konulmak istenmişti. Ama, tepki sert oldu. Millet; kendi şarkılarını-türkülerini, halk oyunlarını, halk sanatlarını devam ettirmek/yaymak/geliştirmek için, sivil toplum örgütleri kurarak hizmete devam etmiş ve etmektedir.

Ancak, Sn.Cumhurbaşkanımız, sürekli “kültür/sanat alanında geldiğimiz noktadan memnun değiliz” diyor. Ama, 16 yıl boyunca “Kültür” alanı Bakan görmedi..Son bakanlar; Sn.M.Ünal, Sn.Ö.Işık ve Sn.N. Kurtulmuş’tan bahsetmek bile istemiyoruz. Şu andaki Bakan Sn.Mehmet Ersoy’da çok iyi bir “Turizm Bakanı”, ama “Kültür Bakanı” değil…Çünkü; 10 açıklamasının biri, iki saat konuşmasının bir cümlesi “kültür” ise, kültürü/sanatı icra eden Devlet Sanatçıları’nın özlük hakları iyileştirilmesi, ikinci 100 gün eylem planına  yine konulmamış (ek gösterge 6400, ikramiyelerin maaşa katılması) ise, kimse bize “kültür alanı çok iyi sahipleniliyor” diyemez!..

CB: “Hamdolsun artık bu esaret yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı.”

AY: Buna -yavaş yavaş- katılmıyoruz! Çünkü, üniversitelerde; 45 Konservatuar, 25 Güzel Sanatlar Bölümü (Müzik-Resim),80 Güzel Sanatlar Fakültesi, 85 Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi kurmuşsanız eksiklik başka bir yerde aramak gerekli. Demek ki, çoğalma işe yaramamış; liyakat, kalite ve üretim ortadan kalkmış, nicelik niteliği ezmiştir. Üniversitelerde, İşletme Fak-Deniz Bilimleri Fak. v.b. ile Konservatuarlar/GSF’ler/GSE Bölümleri; “akademik sistemde bir tutulmuş, sanat alanına pozitif yaklaşılmamış/ayrımcılık yapılmamış, yabancı dil barajı sanatı gölgelemiştir. 16 yıldır, kültür-sanat-edebiyata ağırlık veren/seven Sn.Cumhurbaşkanımızın, bu konuları çözmesi ile üretim artacaktır. Şu anda; yabancı dil barajı yüzünden Dr. yapmış “sanatçı akademisyen” bulamıyoruz. Yabancı dile karşı değiliz, ancak; sanat alanı için yabancı dil “asli unsur” değil, “tali” bir unsurdur. Ülkemizde yabancı dilde; bağlama/ud/keman v.b. çalan, türkü/şarkı okuyan, resim yapan varsa, sözümüzü geri almaya hazırız…

CB: “Türkiye’nin; yeni Akiflere, Tanpınar’lara, Arif Nihat Asya’lara, Kemal Tahir’lere, Dede Efendi’lere, Itri’lere, Muzaffer Sarısözen’lere, Neşet Ertaş’lara ihtiyacı var.”

AY: Rahmetli Hasan Pulur’un, çok sık kullandığı bir cümle vardı: “Onlar, beyaz yeleli atlara binip gittiler.” Şimdi, zaman çok değişti. İletişim, bilgisayar, akıllı telefonlar, göç, kalabalık, zamanın yollarda geçirilmesi, köylerin şehirlere akması v.b. toplumu değiştirdi. Buna, son zamanlarda ülkemiz gelen Suriyelileri de eklerseniz, demografik yapının değiştiğini görülür. Son yapılan araştırmalarda; “yükseköğretim gençliğinin, toplumun güncel sorunlarıyla ilgilenmediği” açığa çıkmış.

Gençler; “kitap okumuyor”, “sigara içiyor”, “alkol kullanma” oranı yüksek, vakitlerini en çok “bilgisayar/internet kullanarak” geçiriyorlar. Baba, abi, abla, kardeş, öğretmen, okul arkadaşı, iş arkadaşı, mahalle arkadaşı v.b. değerler erozyona uğruyor, hayatından/okulundan/işinden  memnun değiller, çok fazla depresif ilaç kullanımı var, az çalışıp -hatta işe gitmeyip- çok para kazanmak istiyorlar, geçmiş kuşaklara göre daha az apolitik bir yönelim içerisindeler, “maneviyat” açısından zayıflar, sosyal konulara duyarsızlar, araştırmacı değiller, pahalılıktan şikayetçiler, yabancı dili en büyük engel olarak görüyorlar… Bu maddeleri çoğaltmak mümkün..

Şimdi söyler misiniz; bu ortamdan öğretim çıkar mı? Yeni Tanpınar’lar, Arif Nihat Asya’lar çıkar mı? Elbette zor!..

İşte siyasetin bu ortamı düzeltmesi gerek!...Kültür Bakanlığı’nı en son sırada göstermemesi gerek…Ekonominin düzeldiği, refah ortamının yükseldiği zamanlarda, sanat/kültür üretimi artar. Bugün, davetli bile olsa; konserlere gitmekte zorlanan, dolmuş-otobüs-otopark parasını, hesap edenler var!..

CB:Yeni Âşık Veyseller yetiştirmeden özgürlüğümüzü koruyamayız. Mimar Sinan gibi kendi alanında asırlar süren ekoller oluşturacak mimarlar yetiştirmeliyiz.”

AY: Türkiye’den Avrupa’ya 1960’larda -ekonomik nedenlerle- başlayan göç hareketinde 2016’dan bu yana dikkat çekici bir değişim gözleniyor. Türkiye’nin beyin göçü, benzeri görülmemiş bir noktaya ulaşmış. “Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayımladığı ‘Uluslararası Göç İstatistikleri’ raporuna göre 2017’de Türkiye’den göç eden kişi sayısı bir önceki yıla kıyasla yüzde 42,5 artış göstererek 253 bin 640 oldu.” İyi eğitimli ve vasıflı akademisyenler; birikimleri, tecrübeleri ve diplomaları ile kendilerine yeni bir düzen kuracakları ülkelere göç ediyor. Çoğu, rotayı Avrupa Birliği ülkelerine çevirmiş durumda. Beyin göçünün her geçen gün arttığı ülkemizde çok zor bir istek!.. Keşke, olabilse..

Ülkemizde herkes; “kendine bağlanılmasını, itaat edilmesini, kendisinden başkasına inanılmamasını” istiyor. Cemaatler ve tarikatlar bu konuda önde gidiyor ve siyasilerle-DİB ile sürekli çatışılıyor. Vatandaş da, işi çözmüş, kendi çıkarına bakıyor. Bir -çoğunlukla iktidar-  partiden gözüküyor; mahalle başkanı, kk başkanı, yönetim kurulu üyesi  v.b., liyakatı-birikimi  olmayan, üniversite okumamış, ortaokul-lise mezunları “baş” kesiliyor. “Bir göreve gelirim” umudu ile siyasilerin peşlerinde gezen, üniversite mezunlarını görünce insan üzülüyor. Kim onun işini görürse, o ondan yana. Onun işi görülsün de gerisi ne olursa olsun. Yiyecekse yesin, gezecekse gezsin, ama “kendi işini yapsın” anlayışı, toplumun değerlerini kemiriyor. Zaten, üstte olan,  ilerde önünü keser korkusu ile; altta güçlü-liyakatlı-birikimli, doğru-dürüst birini istemiyor.

Oysa, AK Parti 16 yıllık iktidarında; daha değerlerine bağlı, üretken, çalışkan, liyakata-birikime önem veren bir nesli yetiştirebilir, atamalarında gösterebilir, örnek olabilirdi. Betonlaşmayı, rezidansları, yolları, tünelleri önceleyince, toplumu oluşturan insanlar gözardı edildi. Toplumdaki tahribatın, düzeltilmesi çok yıllar alıyor, inşaat gibi değil…Bu konuda uyarmayan, gözü kapalı destek veren herkes suçlu. Abdurrahman Dilipak (Akit/21.12.2018); “İktidarı suçlayabiliriz, ancak tek suçlu iktidar değil. İktidar bizim, bir de iktidarın suçlarının ortağıyız. Tamam, iktidar görevini yapmadı, bürokrasi de. Peki, “Cemaat” dediğimiz yapılar görevini yaptı mı? Üniversiteler, basın görevini yaptı mı? İşadamlarımız görevini yaptı mı? STK dediğimiz, oda, vakıf, dernek, sendikalarımız görevlerini yaptılar mı? Herkes iktidarı kullanmaya çalıştı, iktidar da herkesi. Birbirimizi suçlamak yerine, “nerede yanlış yaptık” diye düşünsek ve bundan sonra ne yapacağımıza baksak daha iyi bir şey yapmış olmaz mıyız? " demiş. Artık, olan olmuş, acilen tedavi gerek, ama böyle bir anlayış, hala  gözükmüyor…

Bu kısır döngü, böyle artarak devam edecek gibi!.. Çünkü, bazı Sn.Bakanlar, atamanın getirdiği rahatlıkla!; halktan kopuk/üstten bakışlı/kibirli söylemlerde bulunuyorlar.

O zaman sormak gerek; Toplumun değerleri yok edilirse, liyakat-birikim öncelik olmaz ise, gelecekten beklentiniz olabilir mi?”

Ve; 2073’e “hangi değerleri önemseyen”  toplumla erişilecek?

Cevabınızı duyar gibiyim!...