BIST 9.530
DOLAR 32,49
EURO 34,82
ALTIN 2.475,10

Paris saldırısının arkasındaki gerçek

Müslümanların ama özellikle kendini İslamcı veyahut dindar olarak tanımlayanların menfi halinin asıl nedeni: Batı karşısında, üzerlerinden bir türlü atamadıkları o yenilmişlik duygusu.

Paris'teki Charlie Hebdo saldırısının hemen ardından Twitter’a şöyle yazdım:  “Paris'teki olay bir kurmaca olabilir. Fakat hiç birimiz ‘Müslümanlar böyle birşey yapmaz’ diyecek durumda değiliz.”

Böyle yazdım, çünkü kendini İslamcı veyahut dindar olarak tanımlayan örgütlerin, siyasi partilerin, tarikatların, cemaatlerin hatta bireylerin durumu pek parlak değil.

Yalnızca bu eyleme bakarak bir kanaat beyan ediyor değiliz.

Her şey, hepimizin gözü önünde cereyan ediyor.

Kimi “Müslümanların” sözleri, davranışları, işledikleri cinayetler nedeniyle Müslüman ile terör, kabalık, tahammülsüzlük, nobranlık beraber anılır oldu.

Bu kötü gidişin asıl kaynağı ne?

Soruyu cevaplamadan önce bir konuya değinmek istiyorum.

Saldırının ardından kimi İslamcı, dindar, muhafazakar yazar ve aydınlar şöyle yazdılar: “İslam dünyasında radikalizmin bu derece yükselmesinin ardında Batı'nın yaptığı işgal, ve katliamların, Müslümanlara yönelik haksızlıkların etkisi var.”

Batı'nın işlediği katliamları, yaptığı haksızlıkları yok sayıyor değilim.

Fakat bunun bir bahane olarak kullanılmasına itirazım var.

Durum, bahanelerle geçiştirilmeyecek kadar vahim.

Çünkü dünyada öldürülen her 10 Müslüman'ın yalnızca birini diğer dinlerin mensupları, dokuzunu ise Müslümanlar öldürüyor.

Eğer mesele Batı'nın yaptıklarına öfkeyse, Ortadoğu niçin ölüm kazanı oldu?

Müslümanlar arasındaki bunca kavga, savaş, çatışma niye?

Şimdi geleyim asıl meseleye.

Müslümanların ama özellikle kendini İslamcı veyahut dindar olarak tanımlayanların menfi halinin asıl nedeni: Batı karşısında, üzerlerinden bir türlü atamadıkları o yenilmişlik duygusu.

Aslında bu yalnızca bir duygu değil. Apaçık bir gerçek.

1- Bilimde yenildiler.

İslamcılar en küçük bir bilimsel çaba içinde değiller. Dünyaya bu anlamda ciddi bir katkıları yok.

Hayatlarındaki bütün kolaylıkların kaynağı, Batılıların icat ettiği yenilikler.

Ne yeni bir icat peşindeler, ne de insanlığa sundukları bilimsel bir değer var.  

2- Sanatta yenildiler.

Modern dünyada Müslümanların sanata kattıkları, kitle sanatı olarak yaptıkları elle tutulur bir şey yok.

Hâlâ 500 yıl önceki camilerle veyahut Selçuklular döneminde kalma mimariyle övünüyorlar.

Sinema, edebiyat gibi alanlarda, küresel kabul görmüş İslamcı sanatçı tanıyor musunuz?

3- Ahlaki alanda yenildiler.

Her dinin, her öğretinin, hatta her beşeri ideolojinin bir ahlaki standardı vardır.

Kapitalizmin bile bir ahlakı var.

Fakat ne yazık ki Müslümanlar bir ahlaki standart oluşturamadılar. Meseleye haram- helal, günah, sevap penceresinden bakmak onları ahlaklı insan yapmaya yetmedi.

Bugün Müslüman ülkelerdeki yolsuzluklar, hak yemeler, bizden olan-olmayan ayrımının neden olduğu adam kayırmalar... Tüm bunlar Müslüman ülkelerin ahlaki standardın düşüklüğünün göstergesi.

En az yolsuzluk yapan ülkeler arasında ilk 55 sıraya kadar tek bir Müslüman ülke yok.

Daha da kötüsü, İslamcılar, yaptıkları gayri ahlaki işlere, dinden, kitaptan delil getiriyorlar.

4- Yaşam alanında yenildiler.

İletişim olanakları artmış; dünya bambaşka bir hal almış, her milletten insan aynı ortamda okuyor, tartışıyor, sohbet ediyor, iş yapıyor… Fakat İslamcılar 1400 yıl önceki din yorumuna saplanıp kalmışlar.

Dindarlıklarıyla çelişmeyen, fakat modern dünyanın şartlarına uyumlu bir yaşam tarzı geliştiremediler.

Günümüz şartlarını dikkate alarak, dinî değerlerle bağlarını sürdürmeyi bir türlü beceremiyorlar.

Çağını, yaşadığı dünyayı anlamayı, iyi bir Müslüman olmakla çelişen bir durum sanıyorlar.

5- Kadını anlamadılar

İslamcılar, dindarlar; uçakla dünyanın öbür ucuna 10 saatte gidiyorlar, ama hâlâ "Kadın tek başına yolculuk yapamaz" yorumunu aşamıyorlar.

Modern dünyada kadın artık toplumda özgür birey olmuş, buna uygun, sağlıklı ve uygulanabilir bir dinî yorum getiremiyorlar. 

Ve işte kadının çalışmasının hatta toplum içerisinde kahkaha atmasının ne kadar günah olduğunu anlatıyorlar.

Kadının toplumdaki yeri, toplumun uygarlık düzeyini gösterir. İslamcılar bu konuyu açık yüreklilikle tartışmaktan hep kaçındılar.

***

Sadece, saydığım bu beş alanda değil, eğitimde, ticarette, sanayide, kültürde ve daha birçok alanda açık bir yenilmişlik, geride kalmışlık var.

İslamcı, dindar kanaat önderleri, aydınlar, cemaat liderleri, siyasetçiler kendi toplumlarını büyük bir başarısızlığa mahkum ettiler.

Çocuklarına iyi bir eğitim veremediler.

Mutlu ve huzurlu bir yaşam ortamı sunamadılar.

Dünya ile rekabet edecek bilgi ve kültür geliştiremediler. 

Dini hamaseti, esasa dönük işler yapmaya tercih ettiler. 

Giderek İslam’ı dünyadan, hayattan kopardılar.

Tekrar ediyorum: İslam’ı dünyadan kopardılar ve bunu itiraf etmeye, görmeye hiç yanaşmıyorlar.

***

Bilimde, sanatta, yaşam tarzında, ahlakta rekabet edemedikleri ülkelere; lüksle, şatafatla, gösterişle üstünlük taslamayı ve bu alandaki ezikliklerini gidermeyi bir yol olarak görüyorlar. 

Şöyle söyleyeyim: Müslümanların durumu bir okulda başarılı öğrenciye hakaretler savuran, onu aşağılayarak kendi başarısızlığını gizleyeceğini sanan tembel öğrencinin durumuna benziyor.

Üstelik bu başarısızlıklarını, hepimize dindarlık diye pazarlıyorlar.

Din bir anlamda onların kifayetsizliklerinin, beceriksizliklerinin perdesi, örtüsü haline geldi.

***

Şimdi yetersizliklerini gizlemek, kendi akılsızlıklarını saklamak için bir düşman yaratıyorlar.

Rekabet edemedikleri ülkeleri, toplumları, bireyleri “İslam Düşmanı” diye göstererek, bu zıtlık üzerinden varlıklarını sürdürme savaşı veriyorlar.

Bir taraftan medeni toplumları ebedi düşman olarak gösterirken, diğer taraftan da “Esas olan dünya hayatı değil, Cennete gitmek” diyerek ölmeyi, öldürmeyi hayatın amacı yapıyorlar.

Böyle olunca da dünyada bir varlık göstermeye gücü, zekası, aklı yetmeyen; modern dünyadan koparılmış topluluklar, cennete gitmek için düşmanla savaşmak gibi bir kestirme yolu seçiyor.

Cennete gitmenin garantili yolu ise şehit olmak.

Halbuki şehitlik daima hayattan yanadır.

Çünkü insan; vatanını, dinini, ailesini, namusunu, haysiyetini korumak yani yaşatmak için savaşır.

Bunun için savaşırsa, şehit sayılır.

Üstelik bu sadece İslam’da değil bütün dinlerde hatta beşeri ideolojilerde bile böyledir.

Fakat İslamcıların elinde şehitlik savunma değil, bir saldırı ve kolay yoldan cennete gitmenin yolu yapıldı. 

Zekat verebilmek için hırsızlık yapmak gibi bir şey bu!

***

Kısacası günümüz İslamcıları, dindarları kendi yetersizliklerinin bedelini İslam’a, Müslümanlara hatta bütün dünyaya ödetiyorlar.

Peki ne yapacağız?

Dinin siyasete, ticarete alet edilmesine müsaade etmemeliyiz.

Dindarlığı her derde deva bir ilaç olarak görmekten vazgeçmeliyiz.  İslamcı kanaat önderlerinin bize modern dünya ile barışık bir din yorumu sunma ihtimali neredeyse imkansız hale geldi.

Onu bırakın, herhangi bir barışçı yol bilmiyor bu adamlar.

Sadece, “İslam barış dinidir, adı zaten barış anlamına gelir” diyorlar.

Hepimiz biliyoruz ki bu yalnızca kuru bir söz. Çünkü bu sözü söyleyenler, barış yolunda bir adım bile atmıyorlar.

Bunun için dini, hayatın odağı yapmaktan uzak durmalıyız.

Dini, tüm insanlığın huzur arayışına cevaplar sunan bir imkanlar alanı olarak görmeliyiz.

“Öteki” gördüğümüz insanlarla, toplumlarla ilişkimizde kavgayı, çatışmayı değil beraberliği ve yerine göre de yarışı esas almalıyız.

Basma kalıp, hamasi sözlerle değil, İslam’ın özünü teşkil eden dürüstlük, ahlak, eşitlik, özgürlük gibi evrensel değerlerle meselelere yaklaşmayı, bu değerleri yaşatmayı öncelik edinmeliyiz.

Cennete gitmek istiyorsak, öncelikle yaşadığımız dünyayı cennete dönüştürmek için çalışmalıyız.

İslamcıların elinde cennet gibi özgür, güzel olmuş bir yer var mı?

Twitter.com/acikcenk