BIST 9.560
DOLAR 32,51
EURO 34,82
ALTIN 2.487,52

Ödül Nuri Bilge Ceylan'a ceza kime?

Nuri Bilge Ceylan'ın Altın Palmiye ödülünü aldığında yaptığı konuşmayı dinlerken, bir dahi olarak nitelenen Bergman'la kesişen yollarının sadece sinematografik özgünlük olmadığını düşündüm

İstanbul’a geldikten sonra -16 yaşındaydım galiba- Sinematek’te Ingmar Bergman’ın Sessizlik (The Silence) filmini izlemiştim. Bu film bende çok derin bir etki uyandırmıştı. Sinemanın o güne kadar izlediğim bütün filmlerin ötesinde bir potansiyeli olduğunu düşündürtmüştü. Ya benim belli bir zamanıma denk gelmişti ya o filmin kendi özelliklerinden kaynaklanıyordu, bilmiyorum; ama o filmi seyretmek benim sinemaya olan ilgimin cinsini çok ciddi bir şekilde değiştirdi bir anda.

Böyle anlatıyordu Nuri Bilge Ceylan, Bergman'ın kendisinde yarattığı derin etkiyi.

Kendine özgü kurduğu sinema dili onu, yıllar sonra bugün dünyaca ünlü sinema eleştirmenlerince "Bergman'dan beri böylesini görmedik" övgüsüne mazhar kıldı. Asıl başarı burada gizli, Altın Palmiye işin bonusu oldu.

Nuri Bilge Ceylan'ın Altın Palmiye ödülünü aldığında yaptığı konuşmayı dinlerken, bir dahi olarak nitelenen Bergman'la kesişen yollarının sadece sinematografik özgünlük olmadığını düşündüm. İnsanın duygu dünyasına açılan kapıları izleyici için aralarken, en çok unuttuğumuz şeyi "insan olmayı" hatırlatıyorlardı bize.

Görsel yapıları eylemsizliğe, durgunluğa vurgu yaparken, insanın kendine bakışını ve iç dünyasına dönüşünü, aslında "ben"in ve hayatın anlamını sorgulamaya odaklanmış bu sinema dili, karamsarlığın çok daha ötesinde şeyler söylüyor.

Sinemanın bir hikaye anlatma aracı olmasını perdeleyen bu gerçeklik, görsel imgeleriyle önümüze salt "sinema"yı koyuyor.

Anlatılan aslında insana özgü "hal"dir. Bu hal; kimi zaman tüm hikayeleri yerle yeksan ederken, hikaye olarak nitelediğimiz olayın özünü bir tokat gibi çarpar yüzümüze.

İşte tam da bu noktada, Nuri Bilge Ceylan'ın aldığı ödülü yine mütevazi bir konuşmayla, son bir yılda hayatını kaybeden gençlere ve Soma'ya adaması daha da anlamlı kılıyor her şeyi.

O sadece insani olana odaklandıkça yükselirken, biz insani olandan uzaklaştıkça alçalıyoruz.

Acıya, umuda, yalnızlığa, kalabalığa, sevince, üzüntüye, çaresizliğe, öfkeye dokunmadan geçtiğimizde, her bir olayın niyesi, nasılı sadece karşımızdakini sorgulamak için kullandığımız bir araca dönüşüyor.

Hem Gezi sürecinde hem de Soma faciasında ıskalayıp durduğumuz gerçekliği, 12'den vuran bu dil; kullanmaya kullanmaya unuttuğumuz bir dil.

Sorgulamalarımızı kendi dünyamıza çevirmeden karşıdakini hakkıyla anlamak ne kadar mümkün?
Bizim en çok kendimizi sorgulamaya ihtiyacımız var. Hem de bir film karakterinin bize anlattığından çok daha fazla.

Son bir yılda hayatını kaybedenlerle birlikte kaybettiklerimiz rakamlara sığmayacak kadar büyük...

Nuri Bilge Ceylan'ın sinema diliyle sorguladığı, sorgulattığı "insan hali"... Geçen bir yıllık süreçte ölüp giden "insanlar" ve onların arkasından yarım kalan "insanlar", hallerine aldırılmadan tarumar edildi.

ACIYI BİR HOLLYWOOD FİLMİ GİBİ İZLEMEK 

Maden faciasında ölen işçilerin acısı, bir acının etrafında insanca kenetlenmekten çok, politize olmuş çıkarların inceden örülmüş hesaplarına kurban verildi.

Dramatize edilen her bir işçi öyküsü bile acıyı duyumsatmanın çok uzağında kaldı. Çünkü Soma'da yaşanan acı, en başından beri önü alınamaz bir kutuplaşmayı bilemek için adeta araçsallaştırıldı.

Bir sinema filmi izler gibi izledik ekranlardan.

Faciadan sonra medyadan izlediğimiz bu süreç tam bir Hollywood filmi kıvamındaydı: Bol aksiyon, hikaye odaklı, acı üzerinden yapılan anlık sorgulamaların yeni bir olay örgüsüyle üstünün örtülmesi...

Oysa "acıydı" yaşanan...

Oysa evladını kaybeden bir annenin feryadı kadar derindi, duyar gibi olduğumuz bu acı...

Tüm hengameden arda kalan yine, yüreği yanan canlar oldu.

Öksüz çocuklar, evinin direği yıkılmış kadınlar, bir yanı hep yarım kalacak kardeşler, babalar...

Ve insana dair ne varsa, ölüm acısıyla bile hemhal olamamış yığınlar...


Bitirirken; Ingmar Bergman'a soruyorlar bir gün "Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?"

-Utanç, diyor Bergman. "Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir..."