BIST 9.080
DOLAR 32,39
EURO 34,99
ALTIN 2.325,01

Neden İstiyoruz ki?

Bu ülkenin sahibini tanımak ve beraberinde kendimizi ona gösterme fırsatlarını oluşturmak durumundayız.

Günümüz Müslümanlarının özellikle de gençliğimizin farkında dahi olmadığı sorunumuz Allah'ı biliyor ama tanımıyor oluşumuzdur.

Allah'ın varlığını biliyoruz ama güvenmiyoruz, inanmıyoruz!

Ve üstelik her bir şeyi isteme cüreti gösterebiliyoruz fütursuzca!

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler (tanısınlar) diye yarattım.”  Zariyat/56

Bu ayette ciltler dolusu açıklamaya gerek olmayacak kadar açık ve net bir hitap yok mudur sizce?

Kulluğumuzu yerine getiremiyoruz çünkü O'nu tanımıyoruz.

Varlığını biliyor oluşumuz istememize yeterli zannediyoruz. İnanmadan, tanımadan hangi hakla istenir ki?

Allah'ın istediği kulluk, her anımızı ''O'na göre''ye ayarlamakla olur. İbadet, tanımak ve iman etmekle olur.

Dolayısı ile ibadetimiz yani kulluğumuz eksik. Dahası inanmıyoruz da!

Neden istiyoruz ki?

En temel görevimiz Allah'ı tanımak, inanmak, güvenmek ve kulluğumuzu yerine getirmek.

Bilmediğimiz bir zaman ve mekâna yolculuk edelim ve misafir olalım.

Yabancısı olduğumuz bir zaman ve mekânda yaşamak zorunda olduğumuzu tahayyül edelim.

Tanımadığımız insanların arasında yabancı olduğumuz gibi onlar da bize yabancıdır.

İstidatlarla yüklü ve etkin olmamız, bilmediğimiz bu mekânda yabancılığımızdan dolayı paha etmeyecektir.

O yerin ve zamanın şartlarını, gereklerini, ihtiyaçlarını, kurallarını bilmediğimizden donanımlarımızın faydasını göremeyeceğiz.

Mekânın ve zamanın ülkesinin sahibinin hâkimi oluğu bu boyuttaki istek ve arzularını bilmek birincil görevimiz olmalı. 

Bu ülkenin sahibini tanımak ve beraberinde kendimizi ona gösterme fırsatlarını oluşturmak durumundayız.

Bu yabancı mekânda önceliğimiz tanıma ve tanıtma yöntemlerini araştırmak olacaktır.

Diyelim ki; tanımadığımız ve tanınmadığımız bir kişiden iş, aş ve sair şeyler istedik.

Tepki ne olur? Vermeyeceği gibi bizden uzaklaşır.

Önce tanışmalıyız; kendimizi anlatmalı karşımızdakinin de kendisini anlattıklarına tanışık olmalıyız.

Anlatmak yeterli değil, ispat ile ikna etmeliyiz tanıdığımızı.

Samimî olduğumuzu kanıtlayabildi isek ve inandıysak, O bize misliyle yaklaşmaya başlayacaktır.

Muhatabımızı iyi tanıdığımızı da ispat etmemiz gerekir.

Zira O bizi bizden daha iyi tanıyor, çünkü zamanın ve mekânın sahibi O.

Tanımakta yeterli değil, güvenmeliyiz, inanmalıyız da…

Tanıdık, güvendik ve inandık.

Neden bu dünya için istiyoruz? Çünkü tanıyoruz, hissediyoruz.

Oysa Allah bu dünyanın asıl dünyaya bir geçiş köprüsü ya da durağı olduğunu söylemiyor mu? 

Allah'ı tanıyalım, inanalım bakın o zaman ahireti de hissedeceğiz ve inanacağız.

Allah'ın sözlerini anlamıyoruz!

Bu sözleri bizi kendisine muhatap kılarak söyleyeni tanımıyoruz, dahası inanmıyoruz ki! ahirete de inanalım.

Tanımadığımız, güvenmediğimiz, inanmadığımız birisinden sırf varlığını biliyoruz diye isteme olmaz. O'da vermez zaten.

Tanıtırsak, güvendirirsek, inandırırsak karşılıksız vermekte tereddüt dahi etmeyecek.

O'na olan inancımızın en büyük ispatı ise O'na tabi olmak ve itaat etmekle olacaktır.

Zamanı ve mekânı yaratan Allah'ın geçici misafirleriyiz sadece. O'nu tanımadan bilmek yeterli olmayacaktır.

İstemekten önce, O'nu tanıyıp iman etmiş olmamız kulluğumuzu kolaylaştıracaktır.

Böylelikle utanmadan istediğimiz gibi sıkılmadan isyana girmemiz ve gazabına muhatap kalmamızda olmayacaktır.

O'na itaat olmadan, ibadet etmeden, iman etmeden kulluğun mümkün olduğu kanaati en temel yanlışlarımızdandır.

“Allah'ın  kadrini  gereği  gibi  bilemediler.”  Zümer/67 

“( Ey Muhammed!) Kullarıma  benim çok bağışlayan çok merhamet eden olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu bildir.”  Hicr/49-50

Ve benzeri bir sürü ayetle bize kendisini tanıtmaya dair ipuçları da vermedi mi?

Neden ahirete göç etmeyi kabul ederiz de ahirete inanmayız?

Allah'ı tanımayan ve O'na inanmayan, güvenmeyen ahirete de elbette inanmayacaktır.

Bütün bu yazdıklarım biz Müslümanlar içindir. Yanlış anlaşılmasın inkârcılar için değil!