BIST 9.058
DOLAR 32,32
EURO 35,11
ALTIN 2.294,00

Muhalefete Sahip Olma Hakkımı Saklı Tutmuyorum, Şimdi İstiyorum

Bu haftaya, Sayın Kılıçdaroğlu’nun gafı ile başladık. Sayın Cumhurbaşkanımızın yurtdışı gezilerinden birisinde çocuklara hediye ettiği kitapçıkları, muzip bir sosyal medya kullanıcısı hicvetmiş.

Bu haftaya,  Sayın Kılıçdaroğlu’nun gafı ile başladık. Sayın Cumhurbaşkanımızın yurtdışı gezilerinden birisinde çocuklara hediye ettiği kitapçıkları,  muzip bir sosyal medya kullanıcısı hicvetmiş. Eline tutuşturulan bu sahte bilgiyi Sayın Kılıçdaroğlu, Salı (27.01.2015) günkü konuşmasında “Cumhurbaşkanı çocuklara ‘…kırk haramiler’ kitapçığı dağıttı” diye aktardı. Birkaç dakika önce de “her şeyi ince eleyip sık dokumakla” övünüyordu. Lafın içeriksiz ve magazin malzemesi olma yanı çok çekici gelmiş olmalı ki, balıklama atlamış. 
 
Olayı haberleştiren ulusal televizyon kanallarındaki habercilerden birisi dedi ki; “siz, siz olun,  gazete veya televizyondaki her şeye inanmayın, sosyal medyaya hiç güvenmeyin”. Çok ironik. Adama sormazlar mı;  ”müstehzi gülümsemelerin ve ‘enkirmen’ edalarınla verdiğin haberler yalan mı?”. 

Hicviyle, mizahıyla, ironisiyle ve de magazini ile hoş bir ülkede yaşıyoruz ama, ne olur bunu siyasal alana taşımayalım. Siyaset dilinin hem icra edilirken hem de geleneksel ve yeni medyada yeniden üretilirken bu kadar ayağa düşürülmesi, bu denli magazinleştirilmesi ve bu dozda yalama hale getirilmesi çok büyük bir haksızlıktır. Batı ülkelerinin pek çoğunda siyasal dili, siyasetçiler, bizdeki “tolkşov”cular gibi kullanıyor. Seçim kampanyaları karnaval, mitingler festival, toplantılar kokteyl, adaylıklar gala gibi icra ediliyor.  Ama bunların oralarda bir mantığı var. Pek çok sorunun çözülmüş olması, Batıda,  akıl almaz bir “depolitizasyon duygusu” yaratmış. Eğlence ve magazinin dışındaki başka bir yol ve yordam, insanları siyasete kanalize edemiyor. İşleyen bir sistemleri var ve pek çok dünya işlerini çözmüşler. Bakınız, Yunanistan’da işler ters gidince ne denli marjinal bir iktidarı, bir anda var ettiler, siyaset bilimi açısından ilginç bir örnektir. 
 
Bizim pek çok sorunumuz var: Sınırlarımız kan gölü. Dibimizdeki minik bir ülke bile “soykırım” iddiası ile devr-i sabık yaratıp, uluslararası camia nezdinde canımıza okumak istiyor. Ekonomi ciddi çalkantılar geçiriyor: Cari açık kalıcı bir çözüme kavuşmuş değil. Dış ödemeler dengesizliğinin yükünü bu ülke daha ne kadar taşıyabilir bilinmez. Faiz-döviz dengesi anlaşıldığı kadarıyla stabilize edilemiyor. İç politikada çıkmazlar ve kör döngüler var.  Örneğin; çözüm süreci, sokak eylemlerinin neredeyse müsebbibi haline geldi ve bir yandan provakatörlerin ekmeğine yağ sürüyor diğer yandan da hükümeti daha katı güvenlik önlemlerine zorluyor: Bu da çözüm sürecine gerginlik olarak geri dönüyor.
 
Tüm bu girdapların içinde, Sayın Başbakanımızın açıkladığı proje ve programlar tünelin sonunu aydınlatır gibi oldu. Allahtan ki, Sayın Başbakan, son aylarda kendini kaptırdığı polemik bumerangından çabuk sıyrıldı. Ben en fazla,  Denizcilik sektörü ile ilgili çalışmaları önemsiyorum.  Ulaştırma, Denizcilik ve Habercilik Bakanı Sayın Lütfü Elvan, bir süredir, bu alana ciddi bir mesai harcıyordu. Semeresinin toplanmaya başlandığı anlaşılıyor. Çünkü, üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye için, denizcilik sektörü bir utanç anıtı gibiydi.
 
Sorun şu ki; Sayın Başbakan’ın kamuoyuna sunduğu proje ve programlar muhalefet partilerinde hiçbir yankı bulmuyor. AK Parti pek çok kamuoyu araştırmasında % 50 bandına dayanıyor gibi görünmesine, CHP ile MHP’nin oy oranlarında hiçbir kımıldama gözlenmemesine rağmen, muhalefet liderleri, ısrarla, kör dövüşü ve kısır polemiklerden bir türlü kendilerini kurtaramıyorlar. 
Türkiye için çok büyük bir talihsizlik. 
 
Benim yaşımdakiler, Sayın Özal ve Sayın Demirel gibi siyaset abidelerine bu günlerde daha fazla özlem duyuyor. Rahmetli Erbakan ile Rahmetli Türkeş bile, bugünkü muhalefet liderlerine göre birer dehaydı. 

Sistem, parçalarıyla birlikte ahenk içeren bir bütündür. Parçaların tek tek hiçbir anlamı olamaz. Gözü, kulağı, ağzı, burnu kopartılmış bir kafatası hayal edin. Ne kadar feci. Sistem böyle bir şeydir. Parçalar bir araya getirilip, ilişkilendirildiği ve parçalar arasında bir ahenk oluştuğu takdirde sistem ortaya çıkar. Siyasal sistemler de, muhalefeti ile birlikte iken ahenkli olabilir. Bu ahenk, muhalefetin denge ve denetim işlevi ifa edip, demokratik mekanizmayı işletmesinden ibaret değildir. Muhalefet, iktidarı da değerli ve kaliteli kılan bir siyasal sistem parçasıdır. Elbette, eleştirileriyle, çeki düzen vermeye yönelik çabalarıyla, söylemleriyle, duruşuyla, iktidarı değerli ve kaliteli kılmakla muhalefet mes’uldür. 
 
Ama siyasal sistemin ahengine katkı sağlama becerisi, esasen, muhalefetin alternatif sunmasıyla mümkündür. Muhalefeti iktidardan daha nezih kılan, tam da, onun alternatif sunma becerisidir. Aksi takdirde, muhalefet olmasa bile, bir şey kaybedilmez. 
 
Ne demek istediğimi şöyle hayal edin. Çok mutlu bir hayatınız var. Çok iyi iş, eş, ev ve çocuklara sahipsiniz. Çok kaliteli besleniyor, gerektiği gibi eğleniyor, çok iyi bir yaşam sürüyorsunuz. Tüm bunlara sahip değilseniz, sahip olma özleminin yarattığı kaygı, sizde inanılmaz bir gayrete vesile olur. Ama sahipseniz, yaşadığınız hayatı bir süre sonra renksiz, tatsız, tuzsuz, monoton bulabilirsiniz. Çünkü bizi birey olarak var eden ve anlamlı kılan; özlemlerimizin bizde var ettiği, mahrumiyet kaygısı ve tatmin olma duygusudur. 

Siyaset de böyledir. Biz, mevcut iktidardan çok hoşnut olabiliriz. Ona her dönem iktidar bahşetmeye hazır da olabiliriz. Bu inisiyatifi elimizde tutmak elbette önemlidir. Ama, alternatif arama özlemlerimize aracılık edecek bir siyasal organizasyona sahip olma arzumuz, bana göre, özlemini çektiğimiz bir iktidara sahip olmaktan çok daha önemlidir. 

Yetkin bir iktidara ve maharetli bir muhalefete; ikisine birden, birlikte sahip olma hakkımızı, iktidardaki siyasetçiler kadar, muhalefetteki siyasetçilerden de, hepimiz adına talep ediyorum.