Muhalefete Sahip Olma Hakkımı Saklı Tutmuyorum, Şimdi İstiyorum
Bu haftaya, Sayın Kılıçdaroğlu’nun gafı ile başladık. Sayın Cumhurbaşkanımızın yurtdışı gezilerinden birisinde çocuklara hediye ettiği kitapçıkları, muzip bir sosyal medya kullanıcısı hicvetmiş.
Bu haftaya, Sayın Kılıçdaroğlu’nun gafı ile başladık.
Sayın Cumhurbaşkanımızın yurtdışı gezilerinden birisinde çocuklara
hediye ettiği kitapçıkları, muzip bir sosyal medya
kullanıcısı hicvetmiş. Eline tutuşturulan bu sahte bilgiyi Sayın
Kılıçdaroğlu, Salı (27.01.2015) günkü konuşmasında
“Cumhurbaşkanı çocuklara ‘…kırk haramiler’ kitapçığı
dağıttı” diye aktardı. Birkaç dakika önce de “her şeyi
ince eleyip sık dokumakla” övünüyordu. Lafın içeriksiz ve
magazin malzemesi olma yanı çok çekici gelmiş olmalı ki, balıklama
atlamış.
Olayı haberleştiren ulusal televizyon kanallarındaki
habercilerden birisi dedi ki; “siz, siz olun, gazete veya
televizyondaki her şeye inanmayın, sosyal medyaya hiç güvenmeyin”.
Çok ironik. Adama sormazlar mı; ”müstehzi gülümsemelerin ve
‘enkirmen’ edalarınla verdiğin haberler yalan
mı?”.
Hicviyle, mizahıyla, ironisiyle ve de magazini ile hoş bir ülkede yaşıyoruz ama, ne olur bunu siyasal alana taşımayalım. Siyaset dilinin hem icra edilirken hem de geleneksel ve yeni medyada yeniden üretilirken bu kadar ayağa düşürülmesi, bu denli magazinleştirilmesi ve bu dozda yalama hale getirilmesi çok büyük bir haksızlıktır. Batı ülkelerinin pek çoğunda siyasal dili, siyasetçiler, bizdeki “tolkşov”cular gibi kullanıyor. Seçim kampanyaları karnaval, mitingler festival, toplantılar kokteyl, adaylıklar gala gibi icra ediliyor. Ama bunların oralarda bir mantığı var. Pek çok sorunun çözülmüş olması, Batıda, akıl almaz bir “depolitizasyon duygusu” yaratmış. Eğlence ve magazinin dışındaki başka bir yol ve yordam, insanları siyasete kanalize edemiyor. İşleyen bir sistemleri var ve pek çok dünya işlerini çözmüşler. Bakınız, Yunanistan’da işler ters gidince ne denli marjinal bir iktidarı, bir anda var ettiler, siyaset bilimi açısından ilginç bir örnektir.
Bizim pek çok sorunumuz var: Sınırlarımız kan gölü.
Dibimizdeki minik bir ülke bile “soykırım” iddiası ile devr-i sabık
yaratıp, uluslararası camia nezdinde canımıza okumak istiyor.
Ekonomi ciddi çalkantılar geçiriyor: Cari açık kalıcı bir çözüme
kavuşmuş değil. Dış ödemeler dengesizliğinin yükünü bu ülke daha ne
kadar taşıyabilir bilinmez. Faiz-döviz dengesi anlaşıldığı
kadarıyla stabilize edilemiyor. İç politikada çıkmazlar ve kör
döngüler var. Örneğin; çözüm süreci, sokak
eylemlerinin neredeyse müsebbibi haline geldi ve bir yandan
provakatörlerin ekmeğine yağ sürüyor diğer yandan da hükümeti daha
katı güvenlik önlemlerine zorluyor: Bu da çözüm sürecine gerginlik
olarak geri dönüyor.
Tüm bu girdapların içinde, Sayın Başbakanımızın açıkladığı
proje ve programlar tünelin sonunu aydınlatır gibi
oldu. Allahtan ki, Sayın Başbakan, son aylarda
kendini kaptırdığı polemik bumerangından çabuk sıyrıldı.
Ben en fazla, Denizcilik sektörü ile ilgili çalışmaları
önemsiyorum. Ulaştırma, Denizcilik ve Habercilik Bakanı Sayın
Lütfü Elvan, bir süredir, bu alana ciddi bir mesai harcıyordu.
Semeresinin toplanmaya başlandığı anlaşılıyor. Çünkü, üç tarafı
denizlerle çevrili Türkiye için, denizcilik sektörü bir utanç anıtı
gibiydi.
Sorun şu ki; Sayın Başbakan’ın kamuoyuna sunduğu proje ve
programlar muhalefet partilerinde hiçbir yankı bulmuyor. AK Parti
pek çok kamuoyu araştırmasında % 50 bandına dayanıyor gibi
görünmesine, CHP ile MHP’nin oy oranlarında hiçbir kımıldama
gözlenmemesine rağmen, muhalefet liderleri, ısrarla, kör dövüşü ve
kısır polemiklerden bir türlü kendilerini
kurtaramıyorlar.
Türkiye için çok büyük bir talihsizlik.
Benim yaşımdakiler, Sayın Özal ve Sayın Demirel gibi
siyaset abidelerine bu günlerde daha fazla özlem duyuyor.
Rahmetli Erbakan ile Rahmetli Türkeş bile, bugünkü muhalefet
liderlerine göre birer dehaydı.
Sistem, parçalarıyla birlikte ahenk içeren bir bütündür. Parçaların tek tek hiçbir anlamı olamaz. Gözü, kulağı, ağzı, burnu kopartılmış bir kafatası hayal edin. Ne kadar feci. Sistem böyle bir şeydir. Parçalar bir araya getirilip, ilişkilendirildiği ve parçalar arasında bir ahenk oluştuğu takdirde sistem ortaya çıkar. Siyasal sistemler de, muhalefeti ile birlikte iken ahenkli olabilir. Bu ahenk, muhalefetin denge ve denetim işlevi ifa edip, demokratik mekanizmayı işletmesinden ibaret değildir. Muhalefet, iktidarı da değerli ve kaliteli kılan bir siyasal sistem parçasıdır. Elbette, eleştirileriyle, çeki düzen vermeye yönelik çabalarıyla, söylemleriyle, duruşuyla, iktidarı değerli ve kaliteli kılmakla muhalefet mes’uldür.
Ama siyasal sistemin ahengine katkı sağlama becerisi, esasen,
muhalefetin alternatif sunmasıyla mümkündür. Muhalefeti iktidardan
daha nezih kılan, tam da, onun alternatif sunma becerisidir. Aksi
takdirde, muhalefet olmasa bile, bir şey kaybedilmez.
Ne demek istediğimi şöyle hayal edin. Çok mutlu bir hayatınız
var. Çok iyi iş, eş, ev ve çocuklara sahipsiniz. Çok kaliteli
besleniyor, gerektiği gibi eğleniyor, çok iyi bir yaşam
sürüyorsunuz. Tüm bunlara sahip değilseniz, sahip olma özleminin
yarattığı kaygı, sizde inanılmaz bir gayrete vesile olur. Ama
sahipseniz, yaşadığınız hayatı bir süre sonra renksiz, tatsız,
tuzsuz, monoton bulabilirsiniz. Çünkü bizi birey olarak var eden ve
anlamlı kılan; özlemlerimizin bizde var ettiği, mahrumiyet kaygısı
ve tatmin olma duygusudur.
Siyaset de böyledir. Biz, mevcut iktidardan çok hoşnut olabiliriz. Ona her dönem iktidar bahşetmeye hazır da olabiliriz. Bu inisiyatifi elimizde tutmak elbette önemlidir. Ama, alternatif arama özlemlerimize aracılık edecek bir siyasal organizasyona sahip olma arzumuz, bana göre, özlemini çektiğimiz bir iktidara sahip olmaktan çok daha önemlidir.
Yetkin bir iktidara ve maharetli bir muhalefete; ikisine birden, birlikte sahip olma hakkımızı, iktidardaki siyasetçiler kadar, muhalefetteki siyasetçilerden de, hepimiz adına talep ediyorum.