BIST 9.126
DOLAR 32,36
EURO 35,03
ALTIN 2.325,28

Muhafazakârların ‘devrim’ sevdası

Kemalist Devrim nasıl Türkiye’de bitmek bilmeyen iç mücadeleler tetiklediyse, bir İslamcı devrim de aynısını yapar. Bir yüzyılı daha birbirimizi yiyerek harcarız.

Ayşe Böhürler, Yeni Şafak’taki köşesinde, “muhafazakâr” kesimdeki siyasi atmosfere önemli bir şerh düştü geçen hafta. “Bu Yeni Türkiye kavramına biraz takmış durumdayım” dedikten sonra yazdı:

Bu yenilikçilik ruhu, tarih okumaları fazla olan birisi olarak beni hep ürkütür. Ayrıca ömrümüzün büyük bölümünü 'Sizin inancınız da dünya görüşünüz de eskidi, geride kaldı' diyenlerle ve çağdaşlaşmak adına bize dayatılanlarla mücadeleyle geçirdik. Şimdi restorasyonu yaparken bu psikolojiye dikkat etmek gerekir. Muhafazakârım çünkü!”

Bu satırları dikkatle ve dahası teşekkürle okudum. Çünkü, ben de, Ayşe Böhüler gibi, “Yeni Türkiye” kavramı üzerinden yaşanan cezbe haline mesafeliyim. Çünkü ben de, siyasi görüş olarak “muhafazakârlığı” önemsiyorum.

Onun için de önce muhafazakârlık nedir, ona dair bir kaç kelam edeyim.

Türkiye’deki mütedeyyin kesimin son 10-15 yılda manasını çok da düşünmeden benimsediği siyasi muhafakârlığın özü, “devrimci” değişimlere mesafeli durmak, buna karşın “evrimsel”, yani tedrici değişimi savunmaktır.

Örneğin bir muhafazakâr, Fransız Devrimi’nden de hazzetmez, Bolşevik Devrimi’nden de, bizdeki Kemalist Devrim’den de. Bunları, toplumun tüm geleneklerini ve teamüllerini kaldırıp atan hoyrat ve zorba müdahaler olarak görür. Toplumun bir “kurucu akıl” veya “kurucu lider” tarafından sil-baştan yapılmasına karşı çıkar. Çünkü hiç bir beşere veya beşer topluluğuna bu denli büyük bir kudret ve hikmet atfetmez.

 

'Devrimler yanlıştır, Kemalist devrim de yanlıştı'

Ben bu muhafazakâr yaklaşımda çok haklılık payı gördüğüm için eskiden beridir Türkiye’deki sol ve Kemalist kesimlere hakim olan “devrim sevdası”na karşı çıkarım. Hatta bu nedenle, “Devrimler Yanlıştır. Kemalist Devrim de Yanlıştı” başlıklı bir yazı yazmıştım 2009 senesinde ve şöyle demiştim:

Ben kendi felsefemi size söyleyeyim: Her devrim yanlıştır. Bazıları çok korkunçtur, bazıları bizdeki gibi “ehven-i şer”dir, ama sonuçta hepsi kötüdür. Çünkü hepsinde, kendini toplumun geri kalanından daha akıllı gören bir kadro, silah ve kanun gücünü kullanarak, despot bir rejim kurar. Kendine muhalif gördüğü bazı insanları öldürür. Bazı toplumsal kesimleri ezer. Binlerce, bazen milyonlarca “ana”yı ağlatır da ağlatır.

Bütün bu bedellerin karşılığı da, ya çok sınırlı bir “kazanım” ya da “sıfıra sıfır elde var sıfır”dır. Vaadedilen ütopya hiç bir zaman gerçekleşmez. Tabii devrimciler işin sorumluluğunu dış düşmanlara, emperyalistlere, kapitalistlere, gericilere, “devrimsel bilinci özümsemekte direnen cahil kitlelere” yıkarlar. “Biz nerde hata yaptık” diye sormak akıllarına hiç gelmez. Çünkü devrimciliğin ilk kuralı, devrimin doğruluğundan kuşku duymamaktır.”

Peki bu yazdıklarımın bugünün Türkiyesi ile bir ilgisi var mı?

Bir anlamda yok. Çünkü ortada silahlı bir devrim yok. Türkiye’yi yönetenler, sahip oldukları güce sandıkla yani demokrasiyle ulaşmış durumda.

Fakat ortada bir “devrim” olduğunu söyleyenler de onların medyadaki bazı destekçileri…

Bakın, şöyle diyor bir tanesi, “Türkiye devrimi” başlığı altında tanımladığı “Yeni Türkiye”ye dair:

Yeni Türkiye bir projedir. Yüz yıl aradan sonra Türkiye'nin yeni baştan dizayn edilmesi, yeniden kurulması projesidir.”

Bu söylemi dikkatle okuduğumuzda ise, “yeni baştan dizayn… yeniden kurulma” gibi lafların, sadece yeni bir devlet yapısını değil, aynı zamanda otoriter bir “toplum mühendisliğini” ima ettiğini görüyoruz. Bazı yazarlar bu toplum mühendisliğini açık açık detaylandırıyor, “Erdoğan’a 20 öneri” gibi başlıklar altında Kemalizm’e çok benzer bir “ulus inşası” talep ediyor. (Bkz: başlıklı yazım)

Aynı söylem, bizi hiç şaşırtmaksızın, söz konusu devrime muhalif olanları da “iç düşmanlar”, “hainler” veya en iyi ihtimalle “değişimi anlayamayanlar” olarak niteliyor. (“Gericiler” deseler çok sırıtacak.)

Bu haliyle de, “muhafazakârlık”tan çok farklı bir şeye, silahsız da olsa bir tür “İslamcı devrimcilik” söylemine evriliyor.

Ben ise, dün ne demişsem bugün yine onu diyen birisi olarak şunu diyorum:

Devrimler yanlıştır. İslamcı bir devrim de yanlış olacaktır.

Yani?

 

AK Parti’nin önündeki iki yol

Yanisi şu: 12 yıldır Türkiye’ye damgasını vuran, giderek de daha tahkim olan AK Parti iktidarı, eğer bütün devlete (yargı dahil) tam hakim olarak bir “güçler birliği” sistemine doğru giderse…

Ekonomiyi piyasaya bırakmak yerine, ahbap-çavuş kapitalizmi yöntemleriyle kendine uygun bir burjuvazi yaratma yolunda ilerlerse…

Sivil toplumu özgür bırakmak yerinde dizayn etmeye yeltenirse…

Yakın zamana dek hakikaten “ikinci sınıf vatandaş” olagelmiş İslami kesimi, eşit vatandaşlar kılmak yerine, “hakim sınıf” kılmaya yönelirse…

Hakikaten bir “devrim” yoluna girmiş olur.

Ve bu da Türkiye için çok kötü olur. Kemalist Devrim nasıl Türkiye’de bitmek bilmeyen iç mücadeleler tetiklediyse, bu İslamcı devrim de aynısını yapar. Bir yüzyılı daha birbirimizi yiyerek harcarız.

Ama bir de makul yol var AK Parti’nin önünde:

İlk yıllarında vaad ettiği ve yaptığı gibi; pragmatik, herkesi kucaklayan, “Kopenhag Kriterleri”ni dikkate alan, Türkiye’yi kalkındırmayı, güçlendirmeyi, demokratikleştirmeyi hedefleyen yol.

Başka bir deyişle, “devrimcilik” değil, “ıslahatçılık”.

Doğru yol bence kuşkusuz ikincisidir.

Ve dilerim bu "devrim" heyecanı çok sürmeden geçer, makuliyet kazanır, ve AK Parti bugüne dek iyi başardığı "ıslahatçılık" yolunda devam eder.