Liyakatı boş ver; sen, benim kim olduğumu biliyor musun?!.
Üniversitede “etiklik”, Arş.Gör. de çözümlenmeli.
GÜNCEL/Girişimci ve Yenilikçi ÜniversiteleR: Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'nda (TÜBİTAK), "Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi 2017" sonuçlarını açıkladı. Buna göre, Türkiye'nin en girişimci ve yenilikçi üniversiteleri; Sabancı Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Gebze Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Boğaziçi Üniversitesi oldu.Tebrik ediyoruz…
Liyakat ne ki?! Sen, beni tanıyor musun?!.
İkili ilişkilerde en çok duyduğumuz cümle; “sen, benin kim olduğumu biliyor musun?” Sokak kavgalarında, en ufak bir olayda efelenenin kurduğu, ama, kurumlarda ve özellikle akademi dünyasında kullanılmaması gereken bir cümle…Neden? Hep yazdığımız gibi; buralardaki görevler kişiye belli sürelerle veriliyor, görevler bitince arkadaşlarının arasına katılman gerek? Onun içinde görevdeyken, geri dönmek için yüzün’ün olması gerek!.. Cenap Şehabettin ne güzel demiş; "Çıktığın kapıyı hızla çarpmayacaksın, geri dönmek isteyebilirsin..."
Biz, buna “ben” li yaklaşımlar diyoruz ve hep eleştiriyoruz. Kendini bilmeyen, makamdan güç aldığını zanneden, bir üstüne güvenen, görevinin yıllar süreceğini zanneden, büyümemiş, olgunlaşmamış v.b. kişilerden bahsediyoruz. Oysa, makamın kişiden güç alması lazım!...
Akademisyenlerimizin en çok şikayet ettiği konu; yeni, genç Prof. ların, toplantılarda, ikili ilişkilerde işaret parmaklarının hep yukarda olması; “ben Prof. dikkatli konuş, sen benim Prof. olduğumu bilmiyor musun? v.b.” sözler…(Bunlar tam bir mobbing) Hem de; bilim/sanatın özgür olduğu söylenen üniversitelerde!... Oysa, hepsi senin arkadaşların, meslekdaşların...Elbette, hiç yakışmıyor, ama sistem Prof. ları önceliyor/ koruyor maalesef…
Diyoruz ki, atayacağınız/görevlendireceğiniz kişiyi, kara kaşı-gözü, siyaseten yakınlığı ile değil; kurumundaki ilişkileri, çalışması, üretmesi, etikliği, liyakatı v.b. ile değerlendirmek gerekli…Yoksa, hayal kırıklığı yaşamak an meselesi…
Peki, özel kurumlarda neden böyle değil? Özel’de; “başarı” hep üst görevle “taltif” ediliyor da, devlet kurumlarında, liyakat bir kenara atılıp; eş-dost-akraba v.b. atamaları yapılıyor. Sonra da alay eder gibi, başarı bekleniyor..Neden, hep; cambazlar, kapıları aşındıranlar, etik olmayanlar,liyakatsızlar, yağdanlıklar kazanıyor?
Neden? Neden? Neden?..
Cumhurbaşkanımız; “eğitimde/kültürde istediğimiz yere varamadık” diyor, önceki yazılarımızda olduğu gibi hak veriyor; önce “liyakat” diyoruz. Ama; uygulamadaki liyakatsız atamalar bildiğiniz gibi!...Lisans- meslek-kalite- liyakat birlikteliğiyle oluşacak gelişme istenmiyor mu acaba?
Hatırlarsınız; Enerji Bakanı B. Albayrak’ın Bakan olma ihtimali üzerine, eleştiriler başlamıştı. Bir yazımda; “durun bakalım, alanında bir göreve getiriliyor. Belki çok başarılı olacaktır. Hemen damat diye boğmayalım” demiştim. Bakan’ın; çalışması, projeleri, konuşmaları, konulara hakimiyeti ile haklı olduğumu görüyorum.
Gelelim üniversitelerimize...
Son yıllarda üniversiteler etik kurullarının çok yoğun çalıştığını yazmıştım. Bu, acaba etik olmayan /usulsüz yollarla -yabancı dil başta olmak üzere- sınavları aşan akademisyenlerin çoğalmasından mı? diye sormak istiyorum. (Soruşturma, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülüyor)
Aman dikkat, toplum; bugün güç kimdeyse onun yanında olmayı/övmeyi, yarın güç kaybedildiğinde ise uzaklaşmayı/yermeyi çok seviyor...Aldanmayın!.
“Etik; insanların ahlaklı yaşamanın temelleri üzerine akıl yordukları ve bu temellerden yola çıkarak doğru ve yanlışı ayırt etmeye, doğru davranış biçimlerini bulmaya ve uygulamaya yarayabilecek kuramsal ve toplumsal araçları geliştirdikleri bir düşün alanıdır.” (TÜBA Etik Kurulu kararı)
Bu nedenle sürekli “etiklik, kalite” diyoruz…Bu yazımızda, genç akademisyen okurlarımız için, “etik kabul edilmeyen/etiğe aykırı kabul edilen” davranış türlerini araştırdık….
a)Disiplinsiz/dikkatsiz/özensiz araştırma(Slopy Research): “Kasıtlı olmayan bazı hataların yapılmış olduğu” araştırmalardır. Bir araştırmacı iyi niyetli olduğu halde bilmeden hatalar yapabilir.(Tabi ki bilmek zorundadır) Genellikle; telafi edilmesi mümkün olan ve bilime/sanata büyük zarar vermeyen olaylardır.
b)Yinelenen Yayın, Yayın tekrarı, Çoklu yayın (Duplication): Bilim/sanat alanı araştırmasının, “birden fazla dergiye yollanarak” yayımlanmasıdır. Örnek: araştırma makalesi iki ayrı dergide yayımlanabileceği gibi, bölünerek ve hafifçe değiştirilerek birden çok dergide yayınlatılabilir. Yada; ülke içinde sunulmuş bildirinin, yabancı dile çevrilerek bir ülkedeki sempozyumda sunulmasıdır.
c) Sahtecilik, Saptırma veya Aldatmaca (Falsification): “Bilimsel/sanatsal verileri istemli olarak değiştirme” olgusudur. Ya, doğrudan doğruya deney verileri üzerine bazı istatistik manipulasyonlar yapılmıştır, ya da ortaya çıkan verilerin en uygun olanları alınıp, uygun olmayanları atılmış, böylece ahlak dışı bir yoldan bilim/sanat adına varsayımlar güçlendirilmeye çalışılmıştır.
D)Uydurmacılık (Fabrication): Kişiler; hiç araştırma yapmadığı halde veya yarım-yamalak verileri alarak, “çok uygun yöntemler kullanmış ve çok uyumlu veriler elde etmiş” gibi sözde bir makale yazarlar. Böylesi makalelerin etkileme ve ağırlık katsayısı ve makale reddetme oranı yüksek olan ciddi bilim/sanat dergilerinde basılma oranı düşüktür. Makaleyi para karşılığı basan dergilerde uydurmacılık daha sık görülebilmektedir.
e)Aşırmacılık (Plagiarism): Başkasına ait olan; “bir fikrin, buluşun, araştırma sonuçlarının veya araştırma ürünlerinin bir bölümünün ya da tümünün, hatta kitapların tümünün ya da bir bölümünün kaynak gösterilmeksizin kopya ya da tercüme edilip yazarın kendi üretimiymiş gibi gösterilmesi” demektir.
f)Dilimleme, Bölerek yayınlama (Salamizasyon): Bir araştırmanın sonuçlarını; “o araştırmanın bütünlüğünü bozacak şekilde, yapay bir şekilde bölerek” birden fazla yayın çıkarmaktır. Bir araştırma; niteliği boz(ul)madan, tek bir makale olarak yayınlanmalıdır.
g)Yazarlık hakları: “Araştırmaya katkı yapan ve katılan tüm kişilerin adlarının sıralanması”dır. Aktif olarak çalışmaya “katkısı olmayanları” yazarlar arasına katmak, “aktif katkısı olanları” yazarlar arasına katmamak, “yazar sıralamasını” belirtilen kurallar dışında değiştirmek v.b. anlaşılmalıdır.
h)Uydurma, Yalan yazma veya Yoktan var etme: Verilerin “saptırılması” veya varolmayan bilgilerin/verilerin, “yoktan var edilmesi” olarak isimlendirilir.
I) Bilimsel/sanatsal korsanlık (piracy): Bir araştırmacının verilerini (yazı, şekil, grafik, nota, beste v.b.); “izni olmadan almak/kullanmak/seslendirmek” veya “çalışmasının herhangi bir bölümüne” yerleştirmektir.
SONUÇ:Bu konularda çok şikayet, mahzurlu çok araştırma/makale/yayın var. Bilmemek bana göre ayıp oluyor…Sürekli iyi niyet, bir daha yapmam sözleri, af v.b. akademiyi yıpratıyor. Etik kurulların çalışmasına müdahale edilmemelidir.
SON SÖZ: Biz, üniversiteyi en üst kurum olarak görüyoruz. Akademisyenliğin ilk basamağı olan Arş.Gör. de; etik kurallar yazılır; okutulur, okudum ve kabul ettim” diye imzalatılır. ondan sonra da; bilmiyordum, fark etmedim, özür dilerim v.b. diyen akademisyenlere, hiçbir koşulda kurumlarda yer verİlmez, konuşulmaz, basına düşmez…
Elbette, verilen ilanlarda etik kurallara da bağlı kalmak şartıyla…Çünkü, bu gibi ilanlar da üniversiteye/akademisyene bakışı gölgeliyor…
AKADEMİK DÜNYADA “TEZSİZ TEZ” GELENEĞİ…
Köşe yazarı Mustafa Öztürk, önemli bir gerçeği (Karar/23.12.2017) kaleme almış. “…Prof. Dr. Hüsamettin Arslan Epistemik Cemaat ismiyle yayınlanan doktora tezinin ikinci baskısına yazdığı önsözde şöyle der: “Üniversitelerimizde revaçta olan şey ‘tezsiz tezler’ yazmaktır. Eğer bir tezin içinde tezi yazanın kendisi yoksa o tez ‘tezsiz tez’dir; beş para etmez. Araştırmacının tezinde kendisi yoksa tezi de yoktur. Bir tezde tezi yazanın kendisi yer almıyorsa, bahis konusu tez hangi anlamda o kişinin tezi olabilir! Tezler problemlerin formülasyonlarıdır ve bir problemi formüle ederek teze dönüştürmek gerçekten zordur. Eğer bir tezin satır aralarında, birikimi, önyargıları, dünya görüşü, değerleri, gelecek projeksiyonları, kendi disiplinine yönelik kabulleriyle birlikte yazarının kendisini göremiyorsanız, o tez ‘tez’ değildir. Fakat Türkiye’de akademik hayat ‘objektivizm’ mitinden mustariptir ve herkes sizden ‘objektif’ bir tez yazmanızı bekler. Objektif tez, içinde yazarının yer almadığı tezdir; çünkü eğer yazar metninde yer alıyorsa, dogma böyle işler, tez ‘sübjektif’ olacak ve ‘bilimsel’ hiçbir değeri olmayacaktır. Elinizdeki metnin, sahiden varsa, erdemi, yazarının metnin içinde yer alıyor olmasıdır ya da elinizdeki metnin erdemlerinden biri budur.” Doğru söze ne denir!...Tezsiz tez çalışmasının artı-eksileri ile değerlendirilmesinin zamanı geldi geçiyor. Ayrıca, Doç.lik dosyalarına konan basılmış/basılmamış kitaplarda da aynı sorun var, ama -nasıl oluyorsa- değerli bulunup unvanlar dağıtılıyor. Kitabı olmayan kurul üyeleriyle ancak bu kadar oluyor!...
GÜNÜN ŞARKISI, Nesrin Sipahi’den…
Dertleri zevk edindim, bende neş’e
ne arar
Elem dolu kalbimden, gitmiyor hatıralar
Maziden kalan her iz, beni içten
yaralar
Elem dolu kalbimden, gitmiyor hatıralar
(Müzik: Selahattttin İnal, Söz:Sırrı Uzunhasanoğlu, Makam: Kürdilihicazkar)