BIST 9.722
DOLAR 32,57
EURO 35,00
ALTIN 2.428,94

Korkma, Sönmez

90 yılda korkular üzerine bir cumhuriyet inşa ettik.

Bağımsızlık savaşının tarafı olmaya kalkan azınlıklara karşı oluşan ön yargılar, 1930’larda ve 40’larda dünya ekonomik bunalımı ve savaş şartlarının sürüklediği siyasal ortam, 1940’ların ortasından itibaren anti-komünist Soğuk Savaş ideolojisi, 1980’lerde başlayan Kürt meselesi dolayısıyla artan milli birlik ve beraberlik söylemleri; milli politikaların baskısı altında bir korku evreni oluşmasına sebebiyet verdi.

Varlığımızı devam ettirmenin yegane aracının Rumlardan, Ermenilerden, Ruslardan, Kürtlerden, Alevilerden, Batılı devletlerden ve diğer tüm ötekilerden “korkma gerekliliği” olduğuna inandırıldık.

Çünkü Türk milliyetçiliğinin modern-ulus devleti inşası sürecinde aydınlanmacı ideallerinin en üst seviyede olduğu dönemlerde, kendi devlet mitosunu yaratması gerekiyordu. Bu mitos, bizi bir arada tutacaktı.

Bu vaziyet sonradan kimileri tarafından  “Sevr Paranoyası” olarak adlandıracak, kimilerince  de daha farklı  isimlerle anılacaktı. Fakat her halükarda temel birleştirici enstrümandı.

Okullarda tarih- vatandaşlık bilgisi aktarımını da yeni nesillere aynı çerçeveden verdik.

Bu bilgi paylaşımında, sadece “biz” ve “onlar” vardık.

Onlar salt kötüydü. Haklı ve savunulacak bir tarafları olamazdı.

Bizler ise kahramandık. Son  bin yıl içerisinde birçok savaşta az sayıdaki askerle, her defasında silah ve teçhizatımız eksik olmasına rağmen bizden  kat ve kat üstün düşman ordularını yerle bir etmiştik.

Aynı kötülüğü bir daha ve bir daha yapabilirlerdi. Onlara karşı asla bitmeyecek bir savaşımız vardı ve bu yüzden uyanık olmamız gerekiyordu.

***

2000’lerin başında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle, bu korku evreni azar azar kırılmaya başlandı.

Zaten Ak Parti’yi üç dönem üst üste yükselen bir oy oranıyla iktidar yapan en önemli unsur, bu korku hengamesinden çıkmaya çalışmasıydı. Kıbrıs sorununda, Kürt meselesinde, Ermeni sorununda, Yunanistan’la olan problemli ilişkilerde ve diğerlerinde iyi yada kötü, sonuç alabilen yada alamayan ezber bozan cesur hamleler yapmasıydı.

“Şimdiye kadar korktuk da ne oldu? Yeni bir açılım yaptık, ülke bölündü mü?” cümlesi, Ak Parti yöneticilerinin ve AK Parti iktidarını destekleyen liberal kesimlerin 12 yıldır en sık dillendirdiği ifadelerden biriydi.

Yani korkmak gereksizdi...  Artık korkuları bir kenara atmalıydık.

Hedef anormalite içindeki devlet aklı yerine “Normalleşen bir Türkiye” olmalıydı…

Fakat tüm bunlara rağmen Ak Parti;

içinde bulunduğumuz son üç yıl içerisinde, özellikle de Gezi Parkı eylemleri ve 17 Aralık sürecinin ardından geleneksel devlet aklı ve refleksleriyle hareket etmeye başladı.

Sevr korkusunun yerini yeni dış mihraklar,

Paralel güçler, Faiz lobileri aldı.

Yeni korkular türedi ve her an içimizdeki yada dışımızdaki güçlerin ülkeyi bölebileceği algısı toplumun geniş kesimlerince kabul görmeye başladı.

Bir önceki seçimde birleştirici bir unsur olarak kullanılan “Biz beraber Türkiye’yiz” sloganı, son yerel seçimlerde yerini “Türkiye bölünmez, Millet yenilmez” söylemine bıraktı.

Normalleşmeye çalışan Türkiye’de yeni bir savaş hali vardı. Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle de “Yeni bir bağımsızlık savaşının”  tam da içindeydik...

Hal böyle olunca,

Yaşanan her soruna paranoya şeklinde refleks veren,

Sorunu irdelemek, nedenlerini araştırmak ve çözüm aramaktan çok problemlerin çıkış kaynağını ülkede iç karışıklık yaratmaya çalışan güç odaklarına bağlamak, sıradan ve kabul edilir bir tutum halini aldı.

Oysa  varlığını devam ettiren her devletin iç ve dış tehditleri şüphesiz vardır.

Ama her soruna paranoyak bir ruh haliyle yaklaşmak, bizleri mantık kurallarının dışına itmeye başlayacaktır.

Ve daha kötüsü Kürt, Ermeni, Alevi meselelerinde “Devletin bekası ve milli birlik beraberlik” esasına dayalı endişelerimiz nedeniyle günümüze kadar taşınan birçok büyük sorun gibi; şuan yaratılan korku evreni de, gelecekte yepyeni mağdurlar ve acı bedellerle karşımıza çıkacaktır.

Bunlardan ötürü, korkuların aklımızı esir almasını engellememiz gerekiyor.

Normalleşen Türkiye’nin aradığı ilaç korkuların değil, evrensel aklın ve hukuk standartlarının egemen olmasıdır.

Bu yüzden en manidar ve kısa şekliyle söyleyeceğim şu ki;

“Korkma, sönmez.”