İftarlık Gazoz ne kadar riyakar?
"Sol, İslam, oruç" tartışmalarının odağındaki İftarlık Gazoz, ülkenin dindar çoğunluğunu hizaya çekmeye mi çalışıyor?
“Açlığa sabır Allah’ın has kullarına bir
lütuftur”...
Mevlana'nın bu sözüyle bitiyor Yüksel Aksu'nun İftarlık
Gazoz filmi.
Ve yine belki tam da buradan başlıyor film
üzerindeki "sol", "İslam","oruç"
tartışmaları.
Film daha gösterime girmeden "toplumsal barışa
ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde ilaç gibi geldi", "çok kucaklayıcı
bir film" gibi yorumlarla ilgimizi çekti. Cem Yılmaz
faktörünü burada es geçiyorum.
Fakat gösterime girdikten sonra "o kadar da
masum değil" şeklindeki itirazların hedefi oldu. Ve
bunların büyük bir çoğunluğu İslamcı kesimden
geldi.
Filme temel itiraz noktalarından birisi; İslam’ın
farzlarından olan orucu ölüm orucu ile eşitlediğiydi.
Önce Star gazetesinden Bedir
Acar dile getirdi bu itirazı ve
"ilahiyatçılar İslam'da ölüm orucunun caiz olmadığını
söylüyor" diyerek Aksu'nun yaptığı bu "denklemenin"
dini açıdan tutar bir tarafı olmadığının altını
çizdi.
Aslında Yüksel Aksu'nun da böyle bir derdi yoktu. Bu
eleştirilerden sonra verdiği bir röportajda şunları söyledi:
"Şimdi orada yanlış bir okuma var. Ben bu bunla
alakalıdır demiyorum. Bir karakterin başına gelen, çocukluğundaki
hikayenin bir başka mukadderatla, tesadüfle – kurmaca bir karakter.
Ben din bilgini değilim, müftü değilim, Yaşar Nuri değilim, Nihat
Hatipoğlu değilim. Benim öyle bir şeyi salık verme gibi bir durumum
yok. Ben gözlemlerim, kısmen de biyografik hikayemi o şekilde
finallendirdim. Bu alaka filmin meselesi değil. Teolojinin bir
alanı. İlahiyatın bir alanı".
Filmin küçük kahramanı Adem'in çocukken tuttuğu
ilk oruç nasıl oluyor da gençlik yıllarında hapishanede tuttuğu
ölüm orucuna bağlanıyor?
Filmde Adem'in inandığı iki amaç için meşakkatli bir yoldan
geçtiğine ve ikisini de oruçla taçlandırdığa şahit oluyoruz.
Sinematografik açıdan bakılırsa Yüksel Aksu
bunu oldukça dramatik bir şekilde ve başarıyla yapıyor. İşin
dini boyutu ise Yüksel Aksu'nun da
dediği gibi ilahiyatın konusu.
Gelelim İftarlık Gazoz'la ilgili en sert eleştiriye.
Dün Nagehan Alçı tek bir cümleyle
özetledi eleştirisini: "Riyakar bir
film"...
Neden riyakar olduğunu da şu sözlerle anlattı:
"Film inceden inceye İslam'ı ötekileştirmek, öcüleştirmek
istiyor. Bunu açıkça yapsa kabul edilebilir, ifade özgürlüğü içinde
değerlendirilebilir ancak gizlice, riyakârca yapıyor. Örneğin
imamı maç saatine yetişmek için namazı hızlı kıldırırken sempatik
gösteriyor. Öte yandan oruçla ilgili yaptığı telkinler üzerinden
adeta Adem'in celladı konumuna sokuyor".
Bir de "Ege İslam’ı adı altında‘kabul
edilebilir dindar’ı tarif ediyorlar güya. Alttan alta bu
ülkenin dindar çoğunluğunu hizaya çekme arzusu var" dedi Nagehan
Alçı devamında.
Bütün bu eleştiriler herkesin kendi
penceresinden, filmden ne beklediğiyle ilgili.
Fakat benim asıl merak ettiğim; hayata
soldan bakan, Ege kültürüyle yetişmiş bir yönetmenden nasıl bir
film bekliyorlardı acaba da bu kadar hayal kırıklığına
uğradılar?
Bu filme riyakar demek çok büyük haksızlık olur. Film
riyakarlığın çok ötesinde gayet sahici, samimi bir film.
Hem alt metniyle, hem üst metniyle, kullandığı atmosferden,
mekan detaylarına kadar her şeyiyle sol slogan atıyor. Üstelik bunu
öyle inceden inceye, gizlice falan da yapmıyor.
Yüksel Aksu'nun biyografisi, durduğu yer, hayata bakışı
falan da düşünülünce asıl aksini yapsaydı riyakar olmaz
mıydı?
Evet, Yüksel Aksu sol sinema yapıyor. Ama bunun yanında yerli
bir sinema yapıyor. Üstelik bunu"yerliyim,
milliyim" diye nara atarak değil, bizzat icracısı
olarak yapıyor.
Muğla onun sayesinde küçük bir Hollywood'a
dönüştü.
Türk sinemasının 'Sultanı' Türkan
Şoray, filmini Muğla'da çekiyor.
Çağan Irmak, Nadide Hayat'ı Muğla'da
çekti. Yılmaz Erdoğan, yeni filmi
Ekşi Elmalar için Muğla'nın Köyceğiz ilçesini
seçti.
Yine Yüksel Aksu, tanınmış oyuncuların yanında yöre
insanlarından oyuncular çıkartıyor.
Bunlar az şeyler mi?
Ve gelelim final sorumuza...
İftarlık Gazoz'un ülkenin dindar çoğunluğunu hizaya çekme
arzusu olduğunu hiç sanmıyorum ama velevki öyle...
Neden bu ülkenin dindar çoğunluğu içinden hala,
kendisini "hizaya çekmeye çalışan"
filmlere karşı, kendi derdini, kendi üslubunca, kendi inanç
biçimine göre anlatabilecek cengaverler
çıkmadı/çıkmıyor?
Yapılanları eleştirdiğimiz kadar yapılmayanları dert
edinseydik galiba bugün çok daha başka şeyler konuşuyor
olabilirdik.
Bunu başka bir yazıda daha detaylı ele alma niyetimi buraya
not düşerek, dün Star Gazetesi'nde Gülcan Tezcan'ın
İftarlık Gazoz'la ilgili yazdığı "sinema eleştirisi"
ile bitirmek istiyorum.
Gülcan Tezcan, filmi eğrisiyle doğrusuyla ele aldıktan sonra
çuvaldızı batırmayı ihmal etmemiş.
Sanırım artık bunları daha yüksek sesle dile getirmenin
zamanı geldi de geçiyor.
"Sinemamızda 12 Eylül darbesine dair çekilmiş onlarca filmden biri olarak kayıtlara geçecek olan İftarlık Gazoz, bu kez dini argümanlardan beslenerek ideolojisini temellendiriyor. Özer Kızıltan’ın Takva’sı, Alper Çağlar’ın Büşra’sı gibi alttan alta Müslümanlara dönük eleştiriler de barındıran İftarlık Gazoz, üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor.
Peki ya hâlâ kendi hikâyesini anlatmak konusunda
hiçbir ‘derdi’, ‘tasa’sı olmayanlara ne demeli?
İftarlık Gazoz’a gidip ‘Aaa ama bak ölüm orucunu Ramazan
orucuna eşitlemiş’ demenin ötesine geçmek ve yakın
tarihine, aidiyetlerine, değerlerine dair film yapabilmek için
‘ilham’ gelmesi mi bekleniyor?
Sözgelimi çok yakın bir tarihte yıldönümü hatırlanacak olan,
etkisi bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat darbesine dair üzerinden
geçen 19 yılda hâlâ tek bir adam akıllı film çekilemeyişinin ayıbı
kimin hanesine yazılmalı?"
Evet, söyleyin bakalım kimin hanesine
yazılmalı?