BIST 9.080
DOLAR 32,37
EURO 34,96
ALTIN 2.325,45

Her Zaman Bir Alternatif Vardır

Çözüm süreci adı verilen politikalara ilişkin bu güne kadar yazmadım. Yanlış anlaşılmasın. Birilerinin benim yazımı beklediğine dair narsist saplantılarımdan dolayı değil.

Çözüm süreci adı verilen politikalara ilişkin bu güne kadar yazmadım. Yanlış anlaşılmasın. Birilerinin benim yazımı beklediğine dair narsist saplantılarımdan dolayı değil. 

Bu süreci doğru anlamak açısından, gereksiz bir takım şeyler söylemek istemedim. Kaldı ki her önüne gelenin laf ettiği bir konuda, efrad-ı cami ağyar-ı mani bir metin üretmek de yürek ister. 

Ayrıca bu tarz politikaların evveliyatından bugününe ve yarınına ilişkin toparlayıcı bir yazı ortaya
koymak için daha teknik bir alana ihtiyaç var. Ama böylesine uzun ve sıkıcı, bir o kadar da didaktik metinleri tüketmeye hiçbirimizin tahammülü yok. Zira hayat o kadar hızlı akıyor ve biz o denli enformasyon sağanağına maruz kalıyoruz ki, soluk almaya vakit bulamıyoruz. 
 
“Süreç” dediğimiz bir dizi politikanın Cumhuriyetin iki temel ilkesi ile ilintisi vardır: I. Hakimiyet-i Milliye. II. Misak-ı Milli. 

İkinci Dünya Savaşına kadar, ikinci ilkenin bizim işimize yaradığı düşünüldü. Birinci ilkenin ise zaten hiçbir rasyonalitesi olmadı. Ne tutarlılığı vardı ne de olgusal tekabüliyeti. 
 
Sağından da baksak, solundan da; hakimiyet-i milliye, son tahlilde, milli burjuva inşa etme mefkuresini dile getirmektedir. Ne var ki, Avrupa’da ticari kapitalizmi var eden sosyal güç benzeri bir oluşum, Türkiye’de mevcut değildi. Bu ülküyü taşıyacak transmisyon kayışı işlevi ile yükümlü bir sınıf ortada yoktu. Taa ki Özal’ın “orta direk” söylemine kadar. 
 
“Dokuz Işık” ya da “Milliyetçi Türkiye’de tahayyül edilen, çok ortaklı korporasyonlar, 80’li yıllarda kendini gösteriyordu ama onların siyasi rotası, “Milli Nizam”, “Milli Selamet”, “Refah” gibi siyasal kadrolar tarafından takdir ediliyordu. Nihayetinde AK Parti, “Anadolu’nun Aslanları” için bizzat güzergah oldu ve yüz yıllık rüya gerçekleşmeye başladı, küçük ama sinir bozucu bir ayrıntı ile birlikte. Proje, proje ile uzaktan yakından ilgisi olmayanlarla işliyordu ve kesinlikle kontrol dışıydı. Hatta bu zuhurat itlaf edilmesi gereken bir arızaydı.
 
Şimdi, tam da bu “zuhurat”; yani konjonktüre bağlı bu mevcudiyet; yüce aklın tasavvurlarına tabi olmadığı ve konjonktür eksenli olduğu için, Türkiye’nin ulus devlet ideolojisinin tosladığı harabeyi bizim gözümüze sokuyor. Kendisinin el yordamı ile gördüğü, yeni bir siyasal anlayış, yapı ve kurumsallaşmaya bizi mahkum ve mecbur bırakan küreselleşme gerçeğini bize göstermeye çalışıyor. 

Bence, Misak-ı Milli’nin öyküsü daha dramatik. 
 
Metaforumuz hazır: Yazlık ya da bağ veya yayla evi sık sık ziyaret edip onarılmaz ise, dökülür ve harabeye döner. Kurdun, kuşun, böceğin, yabani bitkilerin istilasına uğrar. Hatta yersiz yurtsuz birileri oraya yerleşebilir ve kolay kolay evden çıkarılamaz. Daha da kötüsü eşkıyanın işgaline maruz kalırsa, ev senin evin olmaktan çıkar. 

Misak-ı Milli ideolojisinin Türkiye’yi bu hale getirdiğini 2000’li yılların başında fark edebildik ve atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Geçmişti çünkü Birinci Dünya Savaşı’ndaki sınırlar ve taksimat çoktan yenilenmiş, oyun kurucular, oyuncular için kuralları çoktan belirlemişti.

Merak etmeyin. Çok geç kalmadık. Çünkü bizim rolümüz hep saklı kalmak zorunda. Ayrıca oyunu doğaçlama oynama ayrıcalığımız var. Bu bize senaryoyu çarpıtma imkanı sunuyor. Yönetmenlerin sinirlerini bozuyoruz ama çok da umurumuzda değil. Çok rahatsız oluyorlarsa, taslarını taraklarını toplayıp çekip gidebilirler. Lakin o zaman da bütün işler bize kalıyor. 

Petrol stratejik hammadde olmaktan çıktı, çıkacak. Dolayısıyla petrol üzerine yapılan hesaplar değişti. Bölgenin başka bir önemi de yok. Fakat gene de sancısız taşınma ve toparlanma için en az on yıla ihtiyaç var.

İsrail bölgedeki en önemli oyun kurucu. Kendi güvenliğini tehdit etme ihtimali bulunan siyasi bir organizasyonun oluşmasına asla izin vermek istemiyor. Küresel düzeyde gizli bir güç. Ancak özellikle mali alandaki etkinliğini yitirdikçe, silah ve şiddete sarılıyor ve bu da onun meşruiyetini tartışılır kılıyor. Meşruiyetinin tartışılması, ona yönelik güven bunalımlarını güçlendirip keskinleştiriyor. Daha da önemlisi İsrail’in bölge insanları ile hiçbir ortak paydası yok. Zorlasanız, etnik bağlar kurulabilir ama bu tarz ırkçılığa da bugün kimsenin tahammülü yok. 

Bu şartlarda en uygun oyuncu Türkiye. Ne var ki, Avrupa’da, “Türk” tabiri ile ilgili akıl sır ermez bir fobi var. Hatta Müslüman demek Türk demek ve tüm Müslüman alemi Türklerden ibaret. Batı kamuoyunun, daha doğrusu ortalama Batılının algısı böyle. Sonuç: Türkiye’ye hiçbir şey emanet edilemez, asla ve asla Türklere güven olmaz. Çözüm de şu: Türkiye’nin sınırlarını, ileri karakol işlevleri görecek “kanton”larla kuşatmak. Güneyini, doğusunu (sözgelimi Ermenistan), kuzeyini ve hatta balkanları. 

Türkiye bunu engellemenin bir yolunun olmadığını biliyor ve artık itiraz etmeyi bıraktı.
 
Neden olmasın ki; olabilir ama olabilirliğinin, kendisi açısından koşulu, siyasal anlayış, yapı ve kurumlarını değiştirmek. Bu takdirde, yani, çok etkili merkezi siyasal işlevlerle; etrafındaki “kanton”ları siyaseten denetim altında tutmanın, onları birtakım amaçlara göre set etmenin, yönlendirmenin ve gerektiğinde teksif etmenin imkanları yaratılabilir. 

Bunları anladıkça, Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Hükümet Sözcümüz arasındaki diyaloğu anlamlandırabiliriz. Aslında bana göre hiçbir tenakuz yok. Polemik malzemesi de yok.  

Ancak, Sayın Demirtaş’ın neden Diyarbakır’da olmadığını ve neden alternatif Nevruz düzenleme cesareti gösterdiğini dikkatle anlamaya ihtiyacımız var. 

En ilginç alternatif örnek AB’dir. Büyüklü küçüklü AB’yi oluşturan tüm ülkeler arasında bağımsızlık diye bir ilişki yoktur. Bütün dengeler bağımlılıklar üzerine kuruludur. Bu yüzden örneğin, Güney Kıbrıs ile dünya ekonomi devi Almanya ya da İngiltere, Fransa arasında bağımsızlık değil, bağımlılık ilişkisi vardır. Türkiye de bunu veri olarak almaya mecburdur.

Belki de, bazı siyasetçilerin kimin sözcülüğünü yaptığına ve gerçekte hangi emir komuta zincirinin halkası olduğuna dair kamuoyunun artık bilgilendirilmeye ihtiyacı vardır, alternatiften mahrum bırakılmaması için.