BIST 9.645
DOLAR 32,55
EURO 34,89
ALTIN 2.432,59

Ermeni Sorununda; Bir de Burdan Yak

Suyu hangi kaba koyarsan onun şeklini alır.

İnsanoğlu da su gibidir. 

Hangi coğrafya, iklim ya da  tarih süzgecinden geçirirsen o biçimi alır, gelişimini o tarihsellik içinde sürdürür.

 

İşte devletlerin, coğrafyaların, dinlerin, mezheplerin ortak noktası, insanı içine alan ve yaşatan, ‘kap’ işlevini görmeleridir.

 

 Bu nedenle özü itibariyle hepimiz, adına evren denen aynı şehrin insanlarıyız.


Bu gerçekliğe rağmen, bir insanı sırf insan olduğu için, sadece senden benden, bize benzeyen bir varlık olduğu için anlamlandıramıyoruz bir türlü. Onu türlü sıfatlarla türlü isimlerle tanımlıyoruz. Asıl üzerinde durmamız gereken noktayı kaçıyoruz.

 

***

 

Biliyorsunuz, 24 Nisan Ermeniler için 1915'teki büyük felaketin anıldığı, siyasallaştığı, törenleştiği anma günüdür. Ve son yüzyılda Ermeni Soykırımı iddiası, uluslararası politik dengeler içerisinde her geçen gün etkisi artıran birkaç önemli savdan biridir.

 

Biz “Yapmadık diyoruz, karşı saftaki aktörler "Tabi ki yaptınız. Ayıp, itiraf edin" diyorlar. Devlet parlamentolarında soykırım yaptığımıza dair yasalar çıkıyor. Yani konunun her bir tarafı, ontolojik olarak gerçek ya da hayali ölülerin üzerinden siyaset güdüyor...

 

Bense geçmişte yaşananlar ne olursa olsun; olaya şu boyuttan bakmak istiyorum.

 

Ermeniler ve Türkler, hatta daha doğrusu Anadolu ahalisi yüz yıllar boyunca bu topraklarda birlikte yaşadı. Belki modern devlet ile birlikte ortaya çıkan ulusçuluk ve Osmanlı'nın paylaşımı - bölüşümü iddiası olmasaydı, hala Ermeni kardeşlerimizle aynı topraklarda birlikte yaşıyor olurduk.

 

Ermeniler, Osmanlı'da yüzyıllar boyu devlet kademelerinde, ticaret hayatında önemli görevlerde bulundular. Ama ne yazık ki; hem Osmanlı imparatorluğunun yıkılma sürecindeki korumacı politikaları, hem de Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası mevcut uluslararası konjonktür,  Ermenilerin ve Türklerin aleyhine yaşanan birtakım olumsuzluklara neden oldu.

 

Yaşananlardan dolayı da; birlikte yaşayan bu iki millet, birbirini düşman gören iki ulusa dönüştü.

 

***

 

Nefret çığ gibi büyür. O kadar güçlüdür ki bir anda doğar, tsunami gibi önüne geleni alır, yıkar ve götürür...

Ve ne yazık ki; yüzyılın başında ulus devlet modasını yeşertmek için "nefret" olgusu, istismara uğramıştır. Kapitalist devletlerin paylaşım savaşları içerisinde nefret, yaygın bir araç olarak kullanılmıştır.   

Günümüzde ise; doğurtulan bu nefretin sonuç vermesi için parlamentolar, dış ülkelerdeki temsilcilikler, vakıflar, dernekler aracı olmaktadır.

 

Son yıllarda parlamentoların karar vermesi yerine, ortak tarih komisyonlarının kurdurulması savunula gelse de;  ne yazık ki konu, tarafların her biri açısından fazlasıyla hatta tamamen politize edilmiş ve sağlıklı bir biçimde irdelenememiştir.

 

Maalesef yeni kurulan Türk ulus devletinin ekonomik ve siyasal temellerinin atılabilmesi için azınlıklar ve resmi ideoloji dışında kalan "ötekilere" ilişkin meseleler, cumhuriyetin şimdiye dek uzanan temel problemi oldu.

Devletin kendini var etme ve kurduğu dizgeyi koruma adına 1936 Azınlık Yasası gibi ya da örneklerini günümüze kadar uzandırabileceğimiz “öteki” karşıtı birçok politikasının var olduğunu artık kabullenip, bir özeleştiri yapmamız gerekiyor.

 

Çünkü biz tüm bu geç kalmışlığın içerisinde debelenir iken;

 

Ermeniler on yıllar sonucunda güçlü lobi ve yurt dışındaki nüfuslarını doğru kullanma becerilerinin de etkisiyle savlarını küresel dünyaya iyi anlatıp, onları ikna etmeyi başardılar.

 

Tabi tüm bunlara rağmen son yıllarda Ermeni sorununda eskiye nazaran oldukça yol da kat etildi. Başbakan’ın dünkü 1915 mesajı bunun en önemli göstergelerinden biridir.

 

Keza 2008 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan-Türkiye milli maçını izlemeye  gitmesi ve heyetler arası görüşmeler çok önemli adımlardı.

 

Sonuç olarak;

 

Biz "Ermeni" diye hakaret ederken insanlara, onlar da Türk ya da Türkiyeli diyerek bizi katil ilan ediyor ve öyle görüyor. Hem de aynı türkülerin, aynı yemeklerin, ortak kelimelerin sahibiyken…

Yeni neslin çocukları da böyle öğreniyor ve böyle biliyor.

 

Bu nedenle, canlı bir organizma gibi yaşayan nefreti silmeye önce kendimizden başlamalıyız. Kabullenmemiz gereken; bu ülkenin çok uluslu bir imparatorluğun ardılı olması itibariyle,  çok farklı etnik unsurları içinde ihtiva ettiğidir. 

Türkiye vatandaşı olan çok değerli Ermeni kardeşlerimiz var. En az bizim kadar bu ülkeyi seviyorlar. Bu ülkenin bir parçası olmuşlar.

 

Geçmişte yaşananlar ne olursa olsun, bir zihin devrimine ihtiyacımız var artık.

 

23 Nisan’ı yeni geride bırakmışken, yeni nesiller bu nefretle büyümesin.

Bu meseleyi onlara en doğru bir biçimde anlatmamız, sanırım en önemli vazifelerimizdendir. 20. yy. hemen başında, emperyal ve kapitalist devletlerin Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası üstümüze kapattıkları bu utanç perdesi kapansın artık. İki devlet de bunu anlasın.

Çünkü bu coğrafyada yaşamak için birbirimize ihtiyacımız var.