BIST 9.645
DOLAR 32,56
EURO 34,89
ALTIN 2.430,48

Dindar insan neden Psikolog kapısını çalar?

Belkide meselenin bamteline dokunmuş olacağız ve can yakmış olacağız. Ama buna değecek diye umut ediyorum.

Bir önceki yazımdaki gibi gene konuya bilinen bir hikâye ile başlamak istiyorum. Zira bir sonraki yazı konumun ziyadesi ile anlaşılması için bu hikâyenin okuyucularım tarafından okunmasının gerekli olduğuna kanaat getirdim. 

28 Şubat’a yetişmiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; horlanan, dışlanan, ötekileştirilen bir varlık olması ile yaşam standartlarının oldukça düşük olduğu dönemlerdi Müslümanlar için.

O günlerde birbirimize daha fazla sahip olup, arka çıkardık. Çünkü azınlık hükmünde idik. Elimizdekilerin alınması, yaşamlarımızın dönüştürülmesi söz konusu idi.

Sünnetullah gereği toplumlar imtihan olunacaktı. Açlıkla, yoklukla, zulümle olduğu gibi bolluk, refah ve varlıkla da imtihan olacaktı Müslümanlar.

Çünkü Rabbimiz bizi her koşulda, ortamda ve zamanda nasıl davrandığımızı görmeyi murat etmişti ve imtihan sırrı da burada yatmakta idi.

O zor günlerde Müslümanların samimî duruşları, kavli ve fiili duaları ve hassasiyet perspektifinde “inandığın gibi yaşamak” sözü tezahür ediyordu.

Savrukluğumuz, dağınıklığımız, değişen hassasiyet ve dünyevileşmemizle, bozulan kalp ve niyetlerimizle birtakım düzenlerin devam edeceğini mi umuyoruz?

Gene her zamanki gibi merkeze kendimi koyarak bir sonraki yazı konumun hikayede işlenen konu minvalinde cereyan edeceğini söylemiş olayım. 

Belkide meselenin bamteline dokunmuş olacağız ve can yakmış olacağız!

Ama buna değecek diye umut ediyorum.

Psikoloji alanında bir eğitim almadım lakin bu alanda ciddi araştırmalarım ve okumalarımın yanında istişare ettiğim uzman kişiler var. Psikolog kapılarını aşındıran dindar insanların bu kapıya neden gittiklerini anlamaya çalışacağız. 

Uzman Psikolog ve gazeteci dostlarımdan da destek alarak pürmelalimizi bütünü ile yansıtacağına inandığım çok derin bir konuyu yayınlama öncesinde sizi internet ortamından alıntı yaptığım bu hikâye ile baş başa bırakıyorum.

"İki kardeştiler. Biri köyde çobanlık yapmayı tercih ederek diyordu ki: Bu zamanda şehre gitmek, oranın günahlı hayatına karışmak çok kötü. İyisi mi, ben köyün çobanlığını yapayım, günahlardan uzak kalayım. 

Diğeri ise şehre gitti. Bir mahallede küçük bir tamir kulübesi açıp başladı ayakkabı tamirine.

Çoban dağda koyunları, keçileri otlatıyor, hiçbir namazını kaçırmıyor, hiçbir şekilde de nâmahreme nazar etmiyordu. Bütün gün ormanın sessizliği içinde zikirle, fikirle, şükürle yaşayıp gidiyordu. 

Bu sebeple de manen bir hayli ilerledi, kerametlere mazhar oldu. 
Düşünüyordu ki, kardeşi şehirde bir sürü günah ve nâmahreme nazar ile manen sukût ediyor... 

Bir ara ona acıyarak ziyaretinde bulunmayı düşündü. Otlattığı koyunlarından bir miktar süt sağıp bir bez torbaya doldurarak ağzını bağlayıp şehrin yolunu tuttu. 

Sora sora bir mahalledeki eskici kulübesinde kardeşini buldu. 
Torbadaki sütünü duvardaki bir çiviye asıp oturarak hal hatır sormaya başladı. Bu sırada bir hanım geldi, ayakkabısını çıkarıp topuğunu gösterdi. Kardeşi baktı. Tamir edebileceğini söyledi. Hanım çıplak ayakla beklemeye başladı. Kadın az sonra ayakkabısını giyip giderken ormanda görmediğini gören çobanın zihnindeki temizlik de gitmeye yöneldi.

İşte o sırada yukarıdan bir şeyler dökülmeye başladı. Başlarını kaldırıp yukarıya baktıklarında bunun süt damlası olduğunu anladılar. Meğer o anda torbadaki süt de damlamaya başlamış.

Eskici kardeş şöyle bir baktı ve söylendi: 

- İnsanlardan kaçarak dağ başında veli olmak kolay şey. Bütün mesele işte bu insanların içinde veli olabilmekte. Anladın mı şimdi farkı? 

Çoban başını sallayarak cevap verdi: 

- Sen haklısın şehirli kardeşim. Demek senin manen yükselmene mani bu gibi manzaralar. Bunun için düşüş var sende. 

Eskici cevap verdi: 

- Nereden bildin bende düşüş olduğunu? 
- Baksana, bir anda düştüm senin yanında. Sen ise her gün bunlarla yüz yüze, göz gözesin. Düşmemen mümkün mü? 

Eskici cevap verdi: 

- İşte ben de onu söylüyorum sana. Asıl mesele bunların içinde kendini muhafaza etmektedir. Rabb'ime şükürler olsun ben kendimi şimdiye kadar muhafaza ettim, bundan sonra da muhafaza ederim, inşallah. 

Çoban buna itiraz etti. 

- Beni bir anda makamımdan düşüren manzara seni her gün neden düşürmesin? Sen çoktan düşmüşsün de haberin bile yok. 

Eskici buna bir cevap vermek istiyordu. Bunun için şehadet parmağını ağzına götürüp dilinin ucuyla ıslattıktan sonra doğruca torbanın süt akan yerine Bismillah diyerek bastırdı. Bir de baktılar ki, şıp şıp diye akan süt anında kesildi. 

Birbirlerine bakıştılar. Bir anlık sessizliği yine çobanın feryadı bozdu.

- Sen haklıymışsın şehirli kardeşim! Asıl mesele, dağ başına kaçmak değil, insanlar içine girmek, onların arasında durumunu muhafaza etmekmiş."