BIST 9.523
DOLAR 32,60
EURO 34,83
ALTIN 2.491,69

Çocuklarınıza mutlaka ev işi yaptırın!

Dünyanın en iyi üniversitelerinden Stanford'ın eski dekanlarından Julie Lythcott-Haims’in çocuk gelişimiyle ilgili uyarılarını mutlaka okuyun!

“ABD’de Harvard, Stanford, Yale, UCLA, MIT ve Princeton gibi itibarlı üniversitelerdeki öğrencilerin çoğunda stres kaynaklı depresyon vakalarının arttığı gözlenmiştir. Ne var ki, öğrencilerin depresyona girmesi ve intihar vakalarının artması aşikar bir şekilde ortada olduğu halde, Amerikalı anne ve babalar çocuklarının bu okullara gitmesini istemeye ve desteklemeye devam etmektedirler.”

Yukarıdaki bu satırlar Doğan Cüceloğlu’nun “Geliştiren anne-baba” kitabından. Bu satırları okurken aklıma aylar öne izlediğim bir konuşma geldi. Konuşmacı yukarıda adı geçen üniversitelerden biri olan Stanford’un eski dekanlarından Julie Lythcott-Haims’di.

Küçük bir dipnot: Stanford Üniversitesi yıllardır dünyanın en iyi üniversiteleri listesinde ilk 3’teki yerini kimseye kaptırmıyor.

2 çocuk annesi Julie Lythcott-Haims tam da Doğan Cüceloğlu’nun kitabında yer alan durumu hem bir anne hem de bir eğitimci gözüyle ortaya koyuyor.

Konuşmasını Harvard Grant Study araştırmasının sonuçlarına dayandıran Julie Lythcott-Haims’in anlattıkları her anne baba için şok edici.

İşte kendi ebeveynlik serüveninizi sorgulatacak o konuşmanın metni:

“Bu aralar çocukları mahveden bir ebeveynlik tarzı var. Onlara kendiler olma şansını ortadan kaldıran bir ebeveynlik. Ebeveynler kendilerinin kontrolü olmadan çocuklarının başarılı olamayacağını düşünüyorlar ve her şeyi korumaya ve düzenlemeye çalışıyorlar.

Çocuklarının tüm eğitim ve iş hayatları boyunca kendilerinin desteği olmadan başarılı olamayacaklarını düşünüyorlar.

Çocuklarının doğru okullarda hatta doğru sınıfta olmalarını istiyorlar ve bundan emin olmak için her şeyi yapıyorlar. Yetmiyor doğru notları almalarını istiyorlar.

Sadece notta değil! Aktiviteler, ödüller, liderlik konularından da emin olmak istiyorlar. Çocuklarımızın mükemmel olmasını istiyoruz ki bu bizden hiç istenmeyen bir şeydi.

Böyle bir çocukluk geçiren çocuğun yaşadıkları ve hissettikleri şunlar:

– Oyun oynamak için boş zamanları yoktur. Çünkü her şeyin onların kalitelerini arttırıcı etkisinin olması gerekir.

– Sanki her ödev her aktivite onların geleceği için ölüm kalım meselesiymiş gibi gelir.

– Bu süreçte sadece onların mutlu olmasını istediğimizi söyleriz. Ama okuldan geldiğinde sorduğumuz ilk soru ödevler ve aldığı notlar olur. Ve yüzünüzdeki sevgi ifadesinin aldıkları notlardan geldiğini düşünürler. Ve onların yanına sanki bir köpek yarışmasındaymışız gibi gider ve iyi notlar aldıkları için övgüler dizeriz.

Liseye başladıkların ‘Ne yapmak ne okumak istersin?’ diye düşünmezler. 'Doğru üniversiteye girebilmek için yapmamız gerekenler neler?’ diye sorarlar. Notlar açıklandığında ‘b’ aldıklarında yada tanrı korusun ‘c’ aldıklarında telaş içinde arkadaşlarına bu notlarla doğru düzgün bir üniversiteye giren var mı diye mesaj atmaya başlarlar.

Ve çocuklarımız her ne şekilde liseyi bitirmiş olurlarsa olsunlar yorgun düşerler. Zamanlarından önce yaşlanmış ve yorulmuşlardır.

Ve ebeveynlerinin ‘bu çaba yeterli’ demelerini beklerler ama asla söylenmez.

Ve yüksek oranda depresyon ve endişe altında kaybolurlar. Bazıları da ‘Bu hayat yaptığımız bunca şeye değer mi?’ diye düşünmeye başlar.

Biz ebeveynler değeceğine oldukça eminiz. Eğer çocuklarımız biz ebeveynlerin kafasındaki en küçük listeye bile giremezlerse onların bir gelecekleri yok diye düşünürüz.

Belki sadece arkadaşlarına hava atacakları yada arabalarının arkasına yapıştıracakları bir kariyerleri olmayacağından endişe ederiz. Eğer ne yaptığımıza gerçekten bakma cesaretimiz varsa, göreceksiniz çocuklarımıza sürekli “Hey evlat! Bunu bensiz başarabileceğini sanmıyorum” mesajı gönderdiğimiz anlarız.

ÖZ YETERLİLİK YOKSUNU BİREYLER

Bunu yaptıkça çocuklarımızın öz yeterlilik geliştirmelerine engel oluyoruz ki bu insan psikolojisinin gerçekten temel bir akidesi. Öz yeterlilik kişinin kendi eylemlerinin sonuçlara götürdüğünü gördüğünde oluşur. Yani ebeveynlerin onun adına yaptığı eylemlerle değil.

Eğer çocuklarımız öz-yeterlilik geliştireceklerse ki yapmalılar o zaman düşünme, planlama, karar verme, umut etme, deneme-yanılma ve hayal etme deneyiminin çoğunu kendileri için yapmak zorundalar.

Şimdi şöyle mi diyorum?

Her çocuk çalışkandır ve motive edilmiştir ve hayatlarında bir ebeveynin ilgisine ihtiyacı yoktur ve biz geri çekilmeli ve gitmelerine izin vermeliyiz.

Yok artık!

Söylediğim şey bu değil.

Söylediğim şey notları ve ödülleri çocukluk amacı olarak görürsek, az sayıdaki üniversiteye kabul edilen veya az sayıda kariyere giriş göz önüne alındığında bu çocuklarımızın başarı tanımı için çok dar bir tanım olur.

Kısa vadede onlara yardım etsek bile örneğin ödevlerine yardım ederek iyi notlar almalarını sağlamak gibi. Bu uzun vadeli bir geri dönüş sağlamaz. Çocuklarımız nereye giderlerse gitsinler başarılı olmak için sahip oldukları alışkanlıklar, zihniyet, beceriler ve sıhhat ile çok daha fazla ilgilenmeliyiz.

Çocukların notlarıyla ilgili daha az takıntılı olmalıyız.

EV İŞLERİ Mİ DEDİM?

Onların sevgi ve ev işi gibi şeyler üzerine bina edilmiş başarıları için bir temel sağlayan çocukluklarıyla ilgilenmeliyiz.

Ev işleri mi dedim. Evet gerçekten ev işi dedim.

İnsanların şimdiye kadar yaptığı en boylamsal çalışma Harvard Grant Study olarak adlandırılır.

Çalışma gösterdi ki; çocuklarımız için istediğiniz hayattaki profesyonel başarı çocukken yaptıkları ev işlerinden gelir ve ne kadar erken başlarsanız o kadar iyi. Bu sizi iş yerinde de başarıya götüren bir şeydir. Ortada bir sorun varsa hemen kolları sıva ve işe koyul taktiği.

Hepimiz bunu biliyoruz ama kontrol listesinde çocuklarımızı ev işleri yapmalarından azlediyoruz. Sonra iş yerinde kontrol listeleri olan genç yetişkinler oluyorlar ama böyle bir gerçeklikleri olmuyor. Daha da önemlisi bu dürtü ve içgüdünün eksikliği yüzünden kolları sıvayıp işe girişmeleri için şunları merak etmiyorlar.

‘Meslektaşlarıma nasıl faydalı olabilirim?’ ‘Patronum için gerekli olanları bir kaç adım önden nasıl halledebilirim?’

MUTLULUK SEVGİDEN GELİR

Harvard Grant Study’deki ikinci önemli bulgu ise ‘hayattaki mutluluğun sevgiden geldiği’.

İş sevgisinden değil! İnsanların sevgisinden geldiği. Eşimiz, partnerimiz, arkadaşlarımız ve ailemizden gelen. Bu nedenle çocukluk, yavrularımıza nasıl sevileceğini öğretmeli. Eğer önce kendilerini sevmezlerse diğerlerini de sevmezler. Eğer biz onlara koşulsuz sevgi vermezsek kendilerini sevmeyecekler.

Ve bu yüzden, notlara takıntılı olmak yerine, onlar okuldan siz de işten geldiğinizde teknoloji kapatarak bir kenara koyun. Onların yüzümüzü dolduran hazzı görmelerini sağlamalıyız. Çocuğumuzu gördüğümüzde ‘Günün nasıldı?’ demeliyiz. ‘Bugün hoşuna ne gitti?’ diye sormalıyız. Eğer kızınız benim ki gibi ‘öğlen yemeği’ yanıtı verdiğinde matematik sınavının sonuçlarını çılgın gibi merak etseniz de yine de öğlen yemeğiyle ilgilenmelisiniz.

‘Bugün öğle yemeğinde güzel olan neydi?’ diye sormalıyız. Onlar, bizim için insan olarak değerli olduklarını bilmeliler, not ortalamaları için değil.

Tabi sevgi güzel de üniversiteler yüksek notları görmek istiyorlar ve hatta ödülleri de.

MUTLU VE BAŞARILI İNSANLAR DEVLET OKULLARINA GİTTİLER

İşte iyi haber!

Üniversite sıralamalarının inanmamızı istediğinin tersine, hayatta mutlu ve başarılı olmak için en büyük marka okullardan birine gitmek zorunda değilsiniz. Mutlu ve başarılı insanlar devlet okullarına gittiler. Kimsenin duymadığı küçük üniversitelere, yüksek okullara gittiler. Üniversiteye gidip okulu bırakmak zorunda kaldılar.

At gözlüklerimizi genişletirsek birkaç üniversiteye daha bakma isteğinde olursak, denklemden kendi egolarımızı çıkarırsak bu gerçeği kabul edip yüzleşebiliriz ve sonra fark edebiliriz. Çocuklarımız o marka okullardan birine gitmezse bu büyük bir sorun değil.

Size bir şey itiraf etmeliyim!

İki çocuğum var. Onlar ergen. Bir zamanlar onlara küçük bonzai ağacı gibi davranıyordum. Onları dikkatlice kesip buduyordum ve mükemmel bir insan model olarak şekillendiriyordum. Öyle ki çocuklarımın en iyi üniversitelere kabul edilmelerini garantilemek için yeterince mükemmel bir insan modeli çıkarıyordum. Ancak binlerce insanın çocuğuyla çalıştıktan sonra ve kendi iki çocuğumu yetiştirdikten sonra anladım ki çocuklarım bonzai ağaçları değiller.

Onlar bilinmeyen bir türün vahşi çiçekleri.

Benim işim onlara faydalı bir çevre sağlamak ve ev işleriyle onları güçlendirmek, onları sevmek ki böylece diğerlerini sevsinler ve sevilsinler. Üniversite, meslek, kariyer onlara kalmış.

Benim işim onları olmalarını istedim şey haline getirmek değil, muhteşem kişiler olurken onlara destek olmak.