BIST 9.645
DOLAR 32,57
EURO 34,72
ALTIN 2.410,52

Bu çağa cevap verebilmen için Kudüs seni çağırıyor!

Kadim coğrafyadan gördüklerim üzere kelamı kaleme dönüştürmeye çalıştım...

“Dört günlük Kudüs yolculuğundan sonra izlenimlerimi başarabilirsem sizlerle paylaşacağım” diye not düşmüştüm bir önceki yazımda. Bismillah diyerek kadim coğrafyadan gördüklerim üzere kelamı kaleme dönüştürmeye çalıştım.

Kudüs üç büyük din tarafından da kutsal belde ve coğrafya olarak kabul edilen yer. Yani Kudüs üç semavi din için de önemli bir merkez. Mukaddes ve mübarek bir belde olduğunu Kur'an-ı Kerim’de söylüyor.

Dünyada yaşanan karışıklık, ulusların çatışmaları bunların hepsini Kudüs’e gittiğinizde Mecsid-i Aksaya girdiğinizde çok farklı bir perspektiften yorumlayabilme imkânına sahip oluyorsunuz.

“İnned dîne indâllâhil islâm” (Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır) ayeti ışığında şunu müşahede ediyoruz ki; ziyaret ettiğimiz Mekke ve Medine’ye gittiğimizde ibadet yoğunluklu ve Allah ile münasebete girebilmenin sancısı ve özlemi olan bir süreci ihata ediyoruz.

Lakin bir Müslüman olarak Kudüs’te, Mescid-i  Aksa’da “hak din olan İslam’ın” müntesibi bir Müslümanın yaşayabileceği en güzel, en net, en açık duygu; Müslüman olduğunun farkına varması!

Mekke ve Medine’de umremizi, haccımızı, ibadetlerimizi yerine getirip Allah ile münasebetimizi sağlamlaştırıyorsunuz. Ama Kudüs’te ve Mescid-i Aksa’da farklı dinlerin, ibadetlerin ve ayinlerin bir arada olduğu, yerlerin ve göklerin birleştiği nokta olarak kabul edilen coğrafyada aslında Müslüman olduğunuzun farkına varıyorsunuz!

Tırnak içerisinde ifade edelim “gündelik yaşamımızda sadece klişe Müslüman iken ve karşılığında yapmak zorunda olduğumuz ibadetlerimizi yerine getirirken” Mescid-i Aksa’da kimliğimizin İslam olduğunu, Müslüman olduğumuzun farkına varıyoruz. Bir defa en önemli ayrışım burada başlıyor.

Bir başka zaviyeden bakıldığında ise; şu anda bütün dünya yeni bir düzen kurulacak sancısı ile birbirleri ile çatışma ve ayrışma içerisinde. Şiiler, Sünniler, Aleviler, Hristiyanlar, Yahudiler, Müslümanlar, Ortodokslar, Protestanlar, Ermeniler, Siyonistler herkes, her şey birbirine girmiş durumda.

Kudüs’te herhangi bir konaklama merkezinden yola çıktığınızda caddeleri arşınladıktan sonra girmeyi arzuladığınız herhangi bir kapıdan girin. Kanuni Sultan Süleyman’ın “eski şehir” diye adlandırılan Aksa’yı çevreleyen surların herhangi bir kapısından geçtiğiniz andan itibaren sizi yüksek taş duvarlar, daracık sokaklar, taş basamaklı merdivenler karşılıyor.

Bu sokaklardan adımlarınızı atarak Mescid-i Aksa’ya; “yerlerin göklere en yakın olduğu” noktaya doğru yönünüzü belirlediğiniz andan itibaren farklılıklar başlıyor.

Heyecanla, okunan ezanın lahutiliği kulaklarınızda, birazdan Memlûklular tarafından yapılan iç duvarların herhangi bir kapısından geçerek Aksa’ya adımlarınızı atarken hemen yanı başınızda başka bir olaya şahit oluyorsunuz.

Daracık bir sokaktan ibaret olan ve “Çile Yolu” diye adlandırılan, Hz. İsa’nın yaklaşık dört beş kilometre mesafesi olan yolculuğu sırtında Haç ile yürüdüğüne inanılan bu yolda Hristiyanlarla karşılaşıyorsunuz. Henüz güneş doğmamış Çile Yolu’nda sözüm ona ibadetlerini yapıyorlar.

Aynı saatte aynı mekânda Hristiyanların Çile Yolu’ndan yürüyerek ibadetlerini yerine getirmeye çalıştıklarına şahitlik ediyorsunuz.

Kıble mescidine ya da Kubbetü’s Sahra’ya ya da Mervan mescidine veya o avludaki herhangi bir noktaya, Peygamber Efendimizin miraca yükseldiği noktaya ya da bütün peygamberlere imamlık yapmış olduğu mihraba yönelerek namazınızı eda etmeye gittiğiniz bir yolculuk sürecini bu şekilde ihata ediyorsunuz.

Aksa’ya ulaştığınızda sizi zeytin ağaçları karşılıyor. Ecdadımızın mirası olan yapıları görebiliyorsunuz. Çimenler üzerinde, taşların üzerinde ya da mescitlerde elini semaya açmış dua edenleri ve namaz kılanları görebiliyorsunuz.

Namazınızı eda edip sırtınızı Kıble Mescidi’ne verdiğinizde solunuzda dev bir Sinagog olduğunu görüyorsunuz aynı “eski şehir” içerisinde.

Yaklaştığınızda Yahudilerin bize göre Burak, onlara göre Ağlama Duvarı’nda sallana sallana, başlarında kocaman şapkaları ve siyah kıyafetler içerisinde ellerinde kutsal kitaplarıyla dua ettiklerini, ibadet ettiklerini görüyorsunuz.

Bu manzara bir şeyin göstergesi aslında; üç büyük din bu beldeyi kutsal belde olarak kabul ediyor. Üç büyük din mensupları burada ibadetlerini ifa etmeye çalışıyorlar.

Müslümanlar ve Hristiyanlar İsrail’in yani Yahudi yönetiminin burada olmasından, yapmış oldukları işgal ve baskılar dolayısıyla rahatsız. Yahudiler, Aksa’nın sokaklarından başlayarak Filistin topraklarını işgal etmeye çalışıyorlar. Filistinli Müslümanlara zulmediyorlar.

Ziyaret amacı ile gelen farklı milletlere mensup Müslümanlara ise her bir kapıda sorgulama yaparak mescide geçmelerine müsaade ediyorlar.

Biraz tarihi geri sararak Hz. Ömer’in Kudüs’ün yönetimini aldığı zamana ve sonrasında Selahaddin Eyyubi dönemine bakalım. Her iki dönemde de burada yaşayan bütün insanlar huzur içerisinde.

Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü almadan önce şu anda Yahudilerin yaptığı zulmü Hristiyanlar, Yahudilere ve Müslümanlara karşı yapıyorlardı. Hristiyanlar ya da Yahudiler dönemindeki yönetim süreci zulüm süreci olarak tarihe geçti-geçiyor.

Hz. Ömer döneminde de Selahaddin Eyyubi döneminde de bu beldelerin yönetimi İslam’ın yani Müslümanların elinde iken Hristiyanlar da Yahudiler de barış ve esenlik içerisinde ibadetlerini yerine getirebiliyorlar ve yaşamlarını sürdürebiliyorlardı.

Gene tırnak içerisinde ifade edecek olursak “kardeşlik tezahürü” olarak addedilebilecek sükûneti yaşadılar ve sanki “kardeşmişçesine” ibadetlerini yapabildiler. Yahudi ve Hıristiyanlara dokunulmamış, tam bir özgürlük içerisinde dinlerini yaşamışlar. Süreç Osmanlı döneminde de bu şekilde devam ediyor.

Ta ki Avrupalı Yahudilerin 1917 itibari ile yapmaya başladıkları girişimler ve 1948'de ki İsrail devletinin neşet etmesi ile birlikte bu fotoğraf zemini yerle yeksan oluyor. Zulümler yeniden baş gösteriyor. İşgal yeniden bütün damarlara kadar nüfuz ediyor.

Bu toprakların İslam tarafından ya da İslam devleti, İslam lideri tarafından yönetilmesi sayesinde diğer bütün milletler, diğer bütün ümmetler barış ve esenlik içerisinde ibadetlerini ve yaşamlarını yerine getirebilecekler ve huzur ve sükûneti yaşayabilecekler.

Bu aslında yaşamış olduğumuz çağa verilebilecek en güzel cevap.

Bu toprakların yönetiminin Müslümanların elinde olmuş olması durumunda bütün bir dünya barış içerisinde olacaktır. Çünkü ABD’nin, Siyonizm’in, Vatikan’ın yapmış olduğu bütün hesaplar bu topraklar üzerinde gerçekleşiyor.

Bu toprakların Müslümanlar tarafından yönetilmiş olmasının karşılığı barış ve esenliği beraberinde getirmesidir.

Bu da dünyaya ve bu çağa verilecek en güzel cevabın Kudüs olduğunun ispatıdır.