Bir sanatçı-akademisyen olarak; ‘sanat alanında bir çözüm’ beklemek hakkım değil mi?!...
Sanatta en büyük sınav, yetenektir. Nokta.
KISIR DÖNGÜ; KONSERVATUAR SANATÇI ÖĞRETİM ELEMANLARI (TİP SÖZLEŞME) ARALIK 2017 TEŞVİKLERİNİ HALA ALAMADILAR. BAŞBAKANLIK NEDEN BUNU YAPIYOR, YÖNETMELİĞİ DÜZELTMİYOR?!..ENERJİLERİ BOŞA AKITIYORUZ VESSELAM!...
GÜNCEL/TOPLUMSAL ARAŞTIRMA: “…Vicdan ve akıl tutulması yaşayan, başkalarının yaşam sevincine ve başarılarına ya da acılarına yabancı bir toplum yengeç sepeti gibidir: Sepetten biri çıkacaksa, başaracaksa, farklıysa tutup bacağından aşağıya çekmemiz bundan…Peki, ne yapmalıyız? Medyada su-i misal emsal olmaz. Linç kültürüyle beslenmiş, yağmacı bir zümrenin; kendisi gibi olmayanların mahvolmasından, onların acısından, kederinden zevk alması, başkalarının başarılarına ya da yaşamına hasetle kinlenmesi, ölüm karşısında bile benliğini kirletmesi toplumsal bir sorundur. Böyle bir sorunu bu zihniyetteki insanlarla çözmek mümkün olmayabilir ama böyle bir sorunun ilerde her birimizin “geleceği” üzerindeki rolünü anlamak ve araştırmak zorundayız….” (B.Akcura/Milliyet/18.03.2018)
Ülkemizde sanat...
Ülkemiz de bir konuyu yazayım diye
düşünürken, gündem bir anda değişiyor. Eğitim konusunda, özellikle
akademik hayat üzerine yoğun bir çalışma yapan/yazan,38 yıllık
akademisyen/sanatçı bir kişi olarak; alandaki çeşitli
konulara değinmekte, çözüm yollarını da birlikte
önermekteyim. Bu yazımda da (Mart/2018) durum tespiti yapmak
istiyorum;
Son yıllarda, üniversitelerde açılan o kadar
çok sanat kurumu/bölümü var ki, Ya; a) Mezunların nerde istihdam
edileceği bilinmiyor,
b) Bir program ortaya konuyor, pilot uygulama yapılmıyor, başarısızlık/şikayet varsa bile yeniden değiştirilmiyor, ya da uzun zaman alıyor,
c) Bizde de olsun diye fakülteler/konservatuarlar kuruluyor.
d) Kişiler de; dekan/müdür olmak için koşturuyor!..
Ama,
kurulan bölümlerin; hangi insan gücünü yetiştireceği dikkate
alınmıyor.
“Sanat kurumları” alanımız olduğu için bir kere
daha hatırlatmayı görev biliyoruz;
1/ Eğitim Fakülteleri “Müzik Eğitimi
ABD’lerde” 2000’ li yılların başında, bir program uygulamasına
gidildi, programla ilgili çok eleştiri yapıldı, ama YÖK; bu merkezi
programı “uygulayalım sonra bakarız” dedi, başarısız
olundu, programları hazırlayanlar bir türlü anlaşılamadı. 2006’da
yeni program devreye girdi, yine eleştiriler yapıldı, Türk
müziği-çoksesli müzik tartışmaları ve uygulamalar devam ediyor.
Yeni müfredatta (2017); “Türk müziği eğitimi ve çalgıları
eğitime kondu” diye, tepkiler verildi!.. Peki geçen
zaman, öğrencilerin hayatları-gelecekleri-sanattaki
yeterliliği ne olacaktır? Önemli değil, nasıl olsa binlerce
genç arkadan geliyor düşünülüyor olsa gerek!...
Çözüm: Ders programları, bu alanda çalışan
uygulama ve teoriyi bilen kişilerden oluşacak kişilerle yapılmalı,
Türk müziği-çoksesli zıtlığı değil birlikteliği
sağlanmalıdır.
2/Konservatuarlarda ve müzik eğitimi bölümlerinde
ve sanat eğitimi bölümlerinde, lisans sonrası gençler yükselmek
için, “sanatta yeterlik” yapıyorlar, ancak, yaptıkları
çalışma “doktora” karşılığı olduğu halde, unvan olarak
kullanamıyorlar. Çok yazılmasına, başvurulmasına rağmen bir “titr”
belirlenemiyor.
Çözüm: 7100 Sy. yasa çözüm olmadı,
her halde hepsine Dr. denecek, çünkü kanun öyle çıktı. Sy. yapan
akademisyen, Dr.Öğr.Üy. kadrosuna geçince otomatik olarak Dr.
kullanılmış olacak…Ya, Dr./Sy. olmayan akademisyenler nasıl
Dr.Öğr.Üyesi olacak?
3/ LES çıktı, bu “sanat okulları için
geçerli olamaz” dedik, yazıldı/çizildi, “olur dediler,
kalite yükselecek dediler”, senelerce gençler yeterli puan
alamadıkları için, akademik hayata atılamadı. Sanırım 2005 yılında
puan yerine, sadece Les’e girme şartı getirildi (komik-para için
olsa gerek). Çözüm için! adı değişti “ales” oldu, nihayet 2007
yılında, sanat eğitiminde “les-ales” şartı kaldırıldı. Geçen
zaman, kaybedenler, gelecekler ne oldu?
Çözüm: Sanat okullarında, öğretim elemanı
alımında “ales” şartı kaldırılmalıdır. “Çünkü,
sanatta en büyük sınav yetenektir.” 7100 Sy.yasada sanat alanına
ilişkin pozitif bir ayrımcılık yapılmamıştır.
4/ Sanat okullarında “ÜDS/YDS” barajı nedeni
ile, yeterli eleman yetiştirilememektedir. ÜDS/YDS ile “kalite
yükselecek” dediler, olmadı… ÜDS; “ bilgiyi ölçmeyen,
sürekli eleştirilen yapısı ile bir an önce terk edilmeli, ÜDS
nedeniyle yığılmış-sorun haline gelmiş öğretim elemanlarının
sorunları, geçici maddelerle çözülmeli, bilimsel çalışmalar öne
çıkarılmalıdır” dendi, yazıldı/çizildi; “haklısınız, olur dediler.”
7100 sy.yasada teklif bile edilmedi, sonuç; olmadı!.... Sanat
alanında, sanatını icra edemeyen, üds/yds’yi -bir şekilde- aşmış,
ünvanlı öğretim elemanları arttı. Sanat, yine geri planda
kaldı. Aslında; sanat alanında yabancı dil bilgisi
(Müzikoloji Böl. hariç) baraj olması yanlış. Bir sanatçı
için, çok elzem değildir. AGSL’lerde dahi öğretilemeyen, alt
yapıdan yetişmiş gelmeyen gençlerle bir yere varmak
mümkün olmamaktadır.
Çözüm: Özellikle sanat kurumlarında,
yabancı dil; “bilgi, üretim ve yeteneğin” önüne
geçmemelidir.
5/Yukarda saydığımız olanaksızlıklar bilindiği
halde “Sanatçı Öğretim Elemanı” olmadan, Müzik bölümü,
Konservatuar ve Güzel sanatlar Fakülteleri açılmaya devam
ediyor. Özellikle yeni kurulan üniversitelerde hızla kurulmaya
başlanan bu G.S.F.de müzik alanına, hangi müzik insan gücü
yetiştirilmesi amaçlandığı belli değildir. Buradaki öğrenciler ne
sanatçı, ne öğretmen, ne icracı, ne müzikolog
olabilmektedir.
Çözüm: Müzik Eğitim
Bölümleri/Konservatuarlar/GSF’deki Müzik Bölümleri yeni anlayışa
göre tekrar gözden geçirilmelidir.
6/ Ülkemizde, her büyüme, “gelişme” diye
adlandırılmak isteniyor, ancak, nedense; yozlaşmayı getiriyor.
Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinin belli merkezlerde olması
gerekirken, siyasi nedenlerle, günümüzde sayısının 55’e
yaklaşmasında, eğitimin çoksesli müziğe kaydırılmasında
olduğu gibi. Peki sayıları arttı da sanatta gelişme
sağlandı mı? Verilecek cevap, koskocaman bir
hayırdır.
Çözüm: Sanat kurumları açılmasında
dikkatli davranılmalıdır.
7/ İcracıların en önemli işi; saatlerce
alanında çalışmak, kendini geliştirmektir. Ama, siz; genel
kuralları ve yönetmelikleri icracı sanatçılara da uygulayıp,
onlardan makale-yazı-kitap-bildiri yazmalarını
isterseniz, sonuç gelişme olmaz, kaos olur. İcracı kişi zor
durumda kalır, ortaya komik sonuçlar çıkar.
Çözüm: Sanat
okullarında unvan kriterleri; icra-uygulama ve müzik
teorisi/müzikoloji diye
ayrılmalıdır.
8/ Sanat kurumlarında idarecilik çok
önem kazanmaktadır. Unvan sıkıntısı çeken bu
kurumlarda, diğer fakülteler genel kararları
uygulanmamalıdır. Sanat alanında, Doç./Prof. diye unvan
öncelenip, kişiler idari görevlere atanmamalıdır.
İdarecilik ve sanatçılık çok farklıdır. Görev istemeyen bir
kimseye; ünvanın var diyerek; lojman-araba-makam cazip gösterilip
görev verilmemelidir. İdareciliği seven ve isteyen,
sosyal olan, bu konuda tecrübesi olan, kendini ispat etmiş
akademisyen sanatçılardan faydalanılmalıdır. Eğer yoksa; kurumu
yakından tanıyan, asosyal olmayan, yakın bilim/sanat
disiplinlerinden veya asıl branşı dışında sanat alanında
çalışmaları olanlar arasından idareci atanmalıdır. Müzik
Bölümleri ve Konservatuar atamalarında; kadrolu öğretim
elemanlarının görüşleri, eğilimleri mutlaka
alınmalıdır.
Çözüm; Rektörlerin sanat kurumları idareci
atamalarında, kurumların gelişmesini sağlamak için, ince eleyip,
sık dokumalarında yarar vardır.
Yeni anlayış ve yapılanma
ile; üniversitelerin vurucu/tanıtıcı/sosyal gücü olması gereken
sanat kurumlarının ve sanatçıların sorunlarının giderileceğini
–umutsuzca- beklemekteyiz.
TANRI TANIMAZLAR
ÇOĞALMIŞ!...
Haber şöyle: “İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Profesör Dr. İhsan Fazlıoğlu, Teknik Elemanlar Derneği (TEKDER) İstanbul Şubesi’nin düzenlediği bir panelde konuştu. Fazlıoğlu, yanına gelen başörtülü öğrencilerin “tanrı tanımaz/ateist” olduğunu söyledi. Profesör Fazloğlu, bunun nedeni olarak da “Ortak neden sahnede dini temsil ettiğini söyleyen insanların eylemlerinin sonucudur” dedi.Prof. Dr. Fazlıoğlu şöyle konuştu: 15 Temmuz'dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü deist bile değil tanrı tanımaz öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular. Başörtülü öyle geleneksel de değil bildiğin başörtülü. Aileleri de örtülü aile. Ortak neden sahnede dini temsil ettiğini söyleyen insanların eylemlerinin sonucudur. Mesele bu kadar ciddidir. Bu sonuçlarla yüzleşmezsek 30 yıl sonra çok farklı şeyler konuşuyor oluruz.”
Hocamızı açık sözlülüğünden dolayı tebrik ediyoruz. Çünkü, çoğu akademisyen susuyor, sadece aralarında konuşuyorlar. Çok önemli bir tehlike bu!. Sosyologları -bir kez daha- toplumun içine girmeye, araştırmalar yapmaya çağırıyoruz…Ve soruyoruz; namaz kılan/başıbağlı/inançlı insanlardan, namaz kılan/başıbağlı/inançsız cambazlara nasıl geldik?...
RESİM: 20 Mart, saat 15.00 de güzel bir resim sergisi etkiliğine ve söyleşiye katıldım. Ressam Süleyman Saim Tekcan’ın hazırladığı özel sergi ve söyleşiyi Suna Akın yönetti. Sevgili konservatuar mezunu arkadaşım Ayla Karacan’da, sazı ve sesi ile renk kattı. Salon dolu ve heyecanlıydı. S.S.Tekcan, güzel anektodlarla nasıl ressam olduğunu anlattı. MSÜGS Üniversitesin’de de yıllarca dekanlık yapan, Güzel sanatlar Anadolu Liseleri’nin kurulması için çalışan hocamız, eğitimde/sanatta gelinen noktadan –maalesef- memnun değil. Sağlıklı yıllar diliyoruz.