BIST 9.113
DOLAR 32,38
EURO 35,07
ALTIN 2.326,75

Başbakan'a Mektup

Sayın Başbakan’ım,

Biliyorum Fas’ta yoğun bir gündem içerisinde programınızı tamamlamaya çalışıyorsunuz,

Ama bilmenizi isterim ki,  ülke siz yokken son yılların en zor dönemlerinden birini geçiriyor. Belki de otuz yıldır Kürt sorunun en zor günlerinde bile büyük tahriklere rağmen sokaklara inmeyen toplum, son bir haftadır geceli gündüzlü sokaklarda polislere direnip size bir mesaj iletmeye çalışıyor.

Ne olur onları duymaya ve anlamaya çalışın.

Belki de çevrenizdeki danışmanlarınız, ekibiniz ve dostlarınız bu sesleri açıklığıyla sizlere ulaştıramıyorlar. Programınızın yoğunluğu nedeniyle olayları takip etmeye de vaktiniz olmayabilir, ama lütfen bu manzarayı doğru okumaya çalışın.

Sayın Başbakan’ım,

Öncelikle şunu söylemek isterim,

Alanlarda gördüğünüz insanların derdi sizin ısrarla anlatamaya çalıştığınızın aksine artık bir doğa meselesi değildir.

Evet, önceleri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nızın da belirttiği gibi “Doğru bilgilendirme, iletişim ve halkla ilişkilerin yapılmaması nedeniyle” Gezi Parkı’nda doğa yanlısı eylemler vuku buldu. Ve gayet demokratik başlayan protesto, polisin sert müdahalesiyle sonlandırılmaya çalışıldı. Sonrasında ise bildiğiniz üzere olaylar büyüyerek boyut değiştirmeye başladı.

Olayların biçim değiştirmesine gelecek olursam ise,

Sayın Başbakan’ım,

Ne yazık ki, son zamanlarda “Yaparız, olur”, “Protestoyu bastıralım, zaten unutulur”, “Halka rağmen, halk için projeler” gibi düşünme biçimleri iktidarınızın yaygın bir alışkanlığı haline geldi.

Evet, Türkiye’yi 2002 Türkiye’sinden apayrı bir noktaya getirdiniz. Ekonomi düzeldi, birçok kriz başarıyla atlatıldı, askeri vesayetin gücü kırıldı, uluslararası itibar gözle görülür bir biçimde arttı, bölgesel güçlü bir aktör olma yolunda başarılar kazanıldı.

Ama Sayın Başbakan’ım,

Bunlar olurken maalesef ülkenin ciddi bir kısmı -siz deyin yüzde 20’si, ben diyeyim yüzde 40’ı- kendini bastırılmış, köşeye sıkışmış, sesi kısılmış hissetmeye başladı. Sizin “muhafazakar – demokrat” kişiliğiniz için anormal olan eylem ve alışkanlıklar, ülkenin belli bir kesimi için hayatlarının bir parçası durumundaydı. Size oy vermemişlerdi belki ama mecliste çoğunluğu oluşturan partiniz ve hükümetinizin aldığı kararlar onların hayatlarını etkiliyordu.

Hal böyle olunca Gezi Parkı eylemleri, üç dönemlik iktidarınız müddetince kendini sıkışmış hisseden insanların içlerinde biriktirdiklerinin patladığı gösterilere dönüştü. Polis, onların sesini kısmaya çalıştıkça, eylemciler daha fazla direnmeye çalıştı.

Evet, biliyorum siz alanlardaki kalabalığı marjinal grupların, CHP yönetiminin ve dış mihrakların etkisiyle sokağa çıkan bir kitle olarak görüyorsunuz. Ki aralarında elbet bu tarz gruplar olabilir. Hatta hükümet antidemkratik yöntemlerle düşsün, ondan sonra ne olursa olsun diyenler de vardır.

Ama emin olun, sizin “çapulcular” diye nitelendirdiğiniz eylemciler ekseriyetle simitçiden iş adamına, gece kondu mahallerinden Nişantaşı çocuklarına, sesini duyurmak isteyen MHP’lisinden kendini Kemalist olarak niteleyen seçmene, dört büyük futbol takımı taraftarlarından çeşitli spor branşları oyuncularına ve sanatçılara, liselisinden üniversitelisine kadar toplumun farklı kesimlerinden oluşan bir kitleden oluşuyor.

Yani temsil kabiliyeti oldukça yüksek bir kalabalık var orada.

Mensubu oldukları siyasi partileri dahi eyleme bulaştırmadan taleplerini dile getirmeye çalışıyorlar. Çünkü onlara bile kızgınlar kendilerini doğru temsil edemekleri için. İçlerine almayarak onları da cezalandırmış oluyorlar.

Ayrıca hepsinin kızgınlıkları ve eylemden bekledikleri de farklı…

Kimisi eğitim sistemindeki sorunlar için ordayken, kimisi otoriterleştiğini düşündüğü davranışlarınız için orada. Kimisi alkol yasası, kimisi ise barış sürecine ilişkin dilek ve şikâyetleri için orada.

Sayın Başbakan’ım,

Aynı apartmanda oturan insanlar, aynı marketten alış veriş yapan müşteriler, birlikte yaşama sebebi olacak binlerce ortak değeri olan insanlar şuan “polis” ve “eylemci” isimleri altında sokaklarda çarpışıyor.

Ülkenin gidişatından şahsım adına büyük bir endişe duyuyorum. Çünkü on yıllarca biri sağ diğeri sol görüşlü diye insanların birbirini hunharca öldürdüğü dönemleri geçirdik.

Bu günlere kaybede kaybede geldik. Çok acı biriktirdik içimizde. Ki hüzünlerimizin çoğu, daha çok taze…

İşte bu nedenle çok endişeliyim Başbakan’ım. Yeni bir kardeş kavgasının başlamasından korkuyorum.

Böylesi bir durumda “Bizim de evinde oturan yüzde ellilik bir tabanımız var” diyerek kutuplaşma yaratacağınıza, yapmanız gereken tek bir şey var;

O da olayların büyüyüp, karşılıklı kitlesel bir öfke ve nefret yumağına dönüşmeden önce her zaman dillendirdiğiniz “Ben 780 bin metrekarenin Başbakan’ıyım” cümlenizin gereğini yapmanızdır.

Lütfen inatlaşmak yerine, tıpkı balkon konuşmanızda yaptığınız gibi sağduyulu ve kucaklayıcı bir şekilde eylemi yapanlara sesleniniz.

Bizim kavga ve kutuplaşma yerine empatiye, birbirimizi anlamaya ve en çok da sevgiye ihtiyacımız var Sayın Başbakan’ım.

Çünkü dinlemekle,

sevmekle başlar her şey.

Lütfen bu taşın altına elinizi atınız. 

Saygılarımla

Selçuk Baymaz