BIST 9.066
DOLAR 32,31
EURO 35,12
ALTIN 2.293,70

Artık, hayatımızda “dolmuş müziği” olmayacak mı?

arabesk, hayat, yeni müzik

Her gelişme bir geleneği ortadan kaldırıyor…Her yeni site/fabrika v.b. yeşilden bir miktar daha kaybetmemize yol açıyor. (NTV Yeşil Ekran kuşağını izlemek gerek) Elbette, gelişme önlenemeyecek bir olgu, gelişme olmaz ise değişim olmaz ancak, dengeyi iyi korumak ve “insan”, “sağlıklı yaşam” odaklı kararlar olmak en doğrusu…

Kartal-Kadıköy metrosunun 19 Ağustos 2012 de açılması ile, o hatta görev yapan dolmuşların işine son verildiği bildiriliyor. Bu, daha önce M.Köy-Avcılar hattında da yaşanmıştı. Elbette doğal bir gelişme… Metro, metropollerin en sağlıklı ve güvenli toplu taşıma aracı olarak kabul ediliyor. Ancak, dolmuşların hayatımızda önemli işlevler –olumlu, olumsuz- gördüğü de muhakkak.

“…………….Her Allah'ın günün direksiyon başında olan bir vatandaş olarak da teşekkürüm var. Metronun gelişi ile birlikte ana caddelerde minibüs saltanatına son verilecek. İnanamıyorum gerçekten bunu görecek miyiz? Yolun tam ortasında durup yolcu alan, yüzlerce aracı bekleten ve hiç iplemeyen, korna çalıp 'ne yapıyorsun' diye ikaz eden vatandaşı ise her zaman koltuğunun altında bulunan levye ile öldüresiye döven bu zorbalar ara sokaklara verilecek. Demek ara sokaklar Teksas olacak. Minibüsçüleri bilmeyen, tanımayan İstanbullu yoktur. Yolların kralı onlardır. Kanun nizam tanımazlar. Karakollar, polis bile onlara vız gelir.……………….Önce ara sokaklara gönderilecek, sonra topyekûn yok edilecek minibüsler. Böylece trafikte rahatlayacak. Aynen Avrupa kentlerinde olduğu gibi... Otobüs, metrobüs, tramvay, tünel ve duraklardan kalkan taksiler pardon bir de tele-taksiler ile gidip gelmemiz planlanıyor.70'li yıllardan beri Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses gibi arabeskçilerin fırtına gibi estiği müzik dünyasını minibüslerden takip ederdik. Hangi şarkının liste başı olduğunu bindiğin ilk minibüste anlardın. 'Batsın Bu Dünya'yı, 'Mavi Mavi'yi, 'Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim'i dinleye dinleye işimize gittiğimiz yıllar... Kente büyük göçün, varoşların İstanbul'un her yanına hakim olduğu yıllar. Arabeskin kralları da yaşlandı, 'emekli imparator' oldular. Eee... Minibüslerin onlarla birlikte gitmesi normaldir.”

Müziğin kalbinin minibüslerde attığı 90’ lı yıllarda,” arabesk” diye yanlış tanıtılan türün, buralarda geliştiği bir gerçek…Kadın-erkek ilişkilerinin, ilk kaçamakların yaşandığı, dolmuş paralarının önde oturan meraklılar tarafından toplandığı, muavinlerin değişik söylemlerle yolcu toplamaya çalıştıkları, arabaların önüne-arkasına-içine ilginç duvar yazılarının yazıldığı, minibüs içinin şoförün memleketi ve kişiliğine göre süslendiği o canım araçlar olmayacak artık…Bununla ilgili en iyi filmin “Çiçek Abbas” olduğu kabul edilmekte.

Bir ara, bazı müzik insanları “arabesk müziği” terimi yerine, daha alçaltmak amacıyla “dolmuş müziği”, “yoz müzik”, “halk tabanlı Türk pop müziği” v.b. kullanıyorlardı. Türk müziğinin radyolardan yasaklanması ile (2.11.1934-6.09.1936) bu tür müziğin yaygınlaştığı belirtilmekteydi. Özellikle Mısır filmleri,  Ümmü Gülsüm’den dinlenen Arapça şarkılar –sözleri anlaşılmazdı ama ezgileri bize çok yakındı-modaydı.Bu dönem ile ilgili kaynak kitaplar çoktur.

“….Ve dudak bükülen, küçük görülen bu müzik, kentlerdeki dinleyici sayısının artmasıyla daha çok kabul edilir oluyor ve değişik toplum kesimlerini etkisi altına alıyordu.

Şehirlerin çevresindeki sıvasız, üstünde demir filizleri duran kaçak yapılar arttıkça minibüsler de çoğalıyor, minibüs çoğaldıkça bu müziğin feryatlan daha yüksek duyuluyordu.

Ve artık "Dolmuş müziği", "Minibüs müziği" gibi isimler aşağılayıcı bulunuyor, yeni isimler aranıyordu.

En sonunda "Arabesk" ismi gelip yerleşti.

Bu müzikte YOKSULLUK, DIŞLANMIŞLIK, DÎN motifleri ve DOĞU önemli yer tutuyor; Batılılaşma çabası içindeki kentlere karşı bir "yerli-lik" vurgusu yapılıyordu.

Bu müzik, bir bakıma kentten pay isteyen göçmenin "Ben de isterem!" çığlığıydı……” *

Minibüsler, o cızırtılı yayınlarla, kalabalıkla, kavgalarla, fortçularıyla, trafiği alt üst eden yapılarıyla, yolcuların  istekleriyle devam ediyordu. Bir ara minibüslerde müzik çalma yasağı getirilmişti. Aşağıdaki öykü minibüslerdeki yaşamı çok güzel anlatmaktadır;

“Bir sonbahar akşamı yine yorgun, argın işten çıkmıştım….Bulutlar birden, yoğunluğunu üzerime kurşun gibi boşaltmaya başladı.Ceketime sıkı sıkı sarılarak, dolmuş durağına doğru, koşmaya başladım…İçimden dolmuşun erken gelmesi için dua ediyordum….Dolmuş tam dolmuştu, dolmayı bırak, sanki insanlar birbirinin üzerinden taşmıştı…Dolmuşun içinde arabesk bir müzik yankılanıyordu, müzik sesi bazen cızırtılı, bazen de gayet net duyuluyordu. Belki de şoförden başka müziği dinleyen yoktu…. Birden! dolmuşa yeni binen adam, kaptan teybini kapatır mısın dedi. Şoför duymazdan geldi ve yeni binenler parasını vermeyenler, bir zahmet bozuklukları yollasınlar, diye davudi bir sesle adeta mikrofonik bir anons yaptı.
Kimi zaman teypten yükselen arabesk müzik, kimi zaman dolmuşun eksozundan çıkan ses, ara sıra da öksürük sesleri duyuluyordu…şoförün sesi duyuldu. Usta benim gözümden kaçmaz, sen paranı yollamadın, şu pamuk ellerini bi zahmet cebine atıver. Evet! Parayı bilerek vermedim, o dikiz aynandan, beni pamuk tüccarı gibi mi görüyorsun?...Kim bu oltaya takılan sazan dercesine, adama doğru bakmaya başladılar..Parayı vermeyen adam, dolmuşa ilk bindiğinde kaptana teybi kapatır mısın diyen kişiydi. Adamı şöyle bir süzdüm, altmış yaş civarında, uzun beyaz saçlarını arkadan bağlamış ve kulağında küpesi olan şu entel tiplerdendi.
*Demek parayı bilerek vermedin öyle mi?
*Evet! bilerek vermedim.
*Alo! şu kara gözlerime bi zahmet baksana!...
*Biz burada kamu hizmeti yapıyoruz, tabii ki bu hizmet karşılığı ücretli. Hadi! bırak lügat parçalamayı yolla paranı..
Ortalık iyice gerilmişti ama bana göre her akşam veya sabah dolmuşlarda yaşanan rutin olaylardı.
*Senin aslında, bana para vermen lazım. Şoför sinirlendiğini önündeki viraja gayet sert girerek mesaj olarak verdi.
Bazı yolcular, bu sert virajı, avantaja çevirmişlerdi. Yalandan da olsa, usta hop ne oluyor diyerek..
Şoför birden ani bir fren yaparak yolun sağında dörtlüleri yakarak durdu ve otomatik kapıyı açtı. *Artist in lan aşağı, benim kafamı bozma!
*Teybi kapatırsan paranı veririm, bana o müziği dinleterek işkence yapıyorsun, şimdi anladın mı, neden paranı vermediği mi?
Şoför dolmuşun tekerleklerini cıyak cıyak öttürerek, haşin bir kalkış yaptı…. Şoför öyle olmaz, böyle olur, dercesine teybin sesini sonuna kadar açtı. Uzun saçlı adam önce kulaklarını söylenerek kapattı ve bir süre bu şekilde gittikten sonra
*Tamam tamam! Paranı vereceğim, lütfen bana işkence yapmayı bırak ve ne olursun, şu çağ dışı sesi sustur….
Adam parasını uzattı ama şoför bu kümesin horozu benim, havasıyla sadece teybin sesini kısmakla yetindi.
Entel tipli fazla duramadı ve sonunda dudaklarında ki fermuarı açtı.
*Kardeşim millet zaten dertli, birde bu acılı akordu bozuk notaları millete zorla dinletiyorsunuz.
*Hop! Kendine gel! Ben Orhan ağabeyime laf söyletmem!
*Şoför arkadaşım bak! Ben Konservatuarda müzik hocasıyım ve cebimde bir cd var. Teybine onu koy, müzik neymiş bütün millet anlasın. Şoför arkaya doğru elini uzattı, adam sarı renkli ceketinin iç cebinden, itina ile çıkardığı cd önündeki şâhısa verdi. Cd elden ele geçti ve teypten hepimize yabancı sözsüz bir müzik yükseldi. Pür dikkat yolcular müziğe bir süre kulak kabartı ve bu nasıl bir müzik dercesine adama bakmaya başladılar. Entel, onların bakışlarındaki ifadeyi anlamış olacak ki...
*Arkadaşlar bakın! Şurayı iyi dileyin. Mozart bu bestesini Osmanlı Viyana'yı kuşattığı dönemden esinlenerek yapmış ve adını Türk marşı koymuş. Dikkat ederseniz, bizim mehter marşının coşkulu vurgusunu, ustaca notalarına taşımış. Şimdi çalanda yine Mozart'ın ünlü operası: saraydan kız kaçırma. Bu da İspanyol bir soylunun, Selim paşanın sarayında esir olan, sevgilisi Konstanze'yi kaçırmak için verdiği mücadeleyi anlatır. Bakın! Şimdi de Beethoven 9. senfonisini dinliyorsunuz, bu en çok bilinen ve bugün Avrupa Birliği marşı da olan en çarpıcı senfonisidir. İşte müzik diye ben buna derim, Beethoven bu bestesini yaparken sağırdı. Evet evet! Yanlış duymadınız kulakları hiç duymuyordu. Bir süre hepimize yabancı olan bu isimler ve müzik eşliğinde yolculuğumuz devam etti. Müzik hocası ineceğini söyledi ve yine cd elden ele kendisine kadar ulaştı. Adam hepimize teşekkür ederek indi. Dolmuşun içinde ki sessizliği hızla yağan yağmuru, ön camdan temizlemeye çalışan, sileceklerin sesi bozuyordu. İşgal komutanlarından birisi pişmiş kelle gibi ikizlerin arasından kafasını uzatıp, sarımsak kokan nefesiyle.
*Kaptan bırak şu entel dantel takımını şöyle damardan bir parça koyda kafamızı bulalım. Yok! körmüş..Yok sağırmış..Bize ne yaa! Körler sağırlar birbirini ağırlar, adam resmen bize kapı gıcırtısı dinletti…. Dolmuş yine eski havasını bulmuştu, bazen net bir ses, bazen cızırtılı bir müzik sesi, Batsın bu dünyayı çalıyordu.( CENGİZ DAMAR)

Artık, O.Gencebaylar, F.Tayfurlar yetişmeyecek mi? Minibüsün yerini ne alacak?!...Minibüsler kalkıyor,ama halkın adını zikrettiğimiz yorumculara ilgisi nedense hız kesmiyor…Minibüslerin günahı mı alındı yoksa!?... TSM de uzun zamandır M.N.Seçuklar, H.Yüceses’ler de yetişmiyor… O ünlü şairlerin şiirlerini besteleyecek bestekarlar, seslendirecek solistler  yok mu oldu?!…Yeni ve yarışmalarda derece alan  besteler yerine eskilere mi yer veriliyor?... Kadrolu ses sanatçılarımız var, konservatuarlarımız var, peki  o zaman eksik olan ne? Tembellik ve vurdumduymazlık olmasın sakın…Sürekli kullandığım (beğendiğim) bir söz vardır: “Her kişi işine saygı duyacak, işini iyi yapacak ve sahip çıkacak. Evinin önünü temizleyecek”

Yoksa, popüler kültür aldı başını gidiyor, her şeyi anlamsızlaştırıyor farkında olmadan… İletişim araçları kaliteli yapımlara, yorumculara, konserlere fazla yer vermiyor…

"Öyle bir musikiyi örten ölüm

Bir teselli bırakmaz insanda.

Muhtemel görmüyor henüz gönlüm.

Çok saatler geçince hicranda,

Düşülür bir hayale, zevk alınır.

Belki hâlâ o besteler çalınır.

Gemiler geçmeyen bir ummanda " (Itri)

 

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile
Avunmak istemeyiz, böyle bir teselli ile
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak, bitmeyen sükûnlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince
Ya aşk icinde harab ol ye şevk icinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül  (Yahya Kemal Beyatlı)

Göçler, yer değiştirmeler hızlandı, ekonomi ön plana geçti, savurganlık had safhada,  yaşam mücadelesi her şeyin önüne geçti, insanlar ayakta durmaya çalışıyorlar doğal olarak….Belki de, akıp giden hayat yeni şekillerle/türlerle karşımıza çıkacak bilmiyoruz…Çünkü, her yaşam, zamanla kendi kültürünü oluşturmakta. Şimdiden metroda yapılan konuşmaları duydukça –özellikle akşam/sabah saatlerinde- yeni bir dilin ve kültürün oluştuğunu görmek mümkün…

Yoksa, zamanla, metro/metrobüs müziği oluşabilir mi?!..

Araştırmak, tesbit etmek, önermeler yapmak   gerekli…

Müzikologlar, Toplum bilimciler nerdesiniz?!...

*Işıklar, Aykut; Metro geldi, arabeskçiler ve minibüsler tarih oldu, Bugün, 13.08.2012

**Livaneli, Zülfü; Çöl kumu, Vatan, 06.11.2002