Yeni kabineyi kim belirleyecek? Erdoğan mı Davutoğlu mu?

Abone ol

Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu, yeni kabinede kimin ağırlığı olacağını, AK Parti'de yeni dönemi, cemaat medyasına operasyonları İnternethaber'den Hatice Kübra Kocaoğlu'na değerlendirdi.

HATİCE KÜBRA KOCAOĞLU
İNTERNETHABER -

Türkiye yeni kabinenin açıklamasını beklerken, "yeni kabine listesinde Erdoğan'ın mı Davutoğlu'nun mu ağırlığı olacak?" sorusu belki de en çok merak edilen konulardan birisi. Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu'yla röportajımıza bu soruyla başladık. 

Hem yeni kabineyi hem de AK Parti'nin seçim sonrası nasıl bir döneme girdiğini değerlendirdi Kartoğlu. AK Parti'ye yakın medyada bazı yazarların tehditkar tavrı, cemaat medyasına yapılan operasyonlar ve medyanın dilini de konuştuk elbette. 

KABİNE LİSTESİNDE KİMİN AĞIRLIĞI OLACAK?

- 7 Haziran'da ve Kongre sürecinde Erdoğan ve Davutoğlu arasında listeler konusunda bir gerilim olduğu yansıdı medyaya. Bugün kabine için de aynı durum söz konusu mu?

7 Haziran'dan sonra partinin yapılanması, adayların belirlenmesi ve partinin dili, vaadler... Bu süreçte o tartışmayı bitirdiler. Tartışmalı dönem bitti, beklenen uyum sağlandı. Bu uyumlu hali kabineyi oluştururken de sürdüreceklerini düşünüyorum.

- Yani oluşturulacak kabine salt Erdoğan kabinesi ya da Davutoğlu kabinesi olmayacak mı diyorsunuz?

Milletvekilleri listesine ve Bakanlık verilebilecek kişiler kategorisine baktığımızda bütünün sahibi, siyasi anlamda da abilik ya da ustalık anlamında Tayyip Erdoğan. Geriye çok fazla biri kalmıyor. Fakat şundan söz edebiliriz: Davutoğlu hangi isimlerle daha rahat çalışmayı tercih eder, Erdoğan "o isimlerin ben şöyle sakıncalarını gördüm sen o sakıncaları ve arızaları yaşama" diye hangi isimlere itiraz eder? Orada birkaç isme Cumhurbaşkanı'nın, bunlar olmasa şunlar olsa diye tavsiyede bulunabileceğini, bunların büyük bir kısmını da hocanın dikkate alacağını ama bazı isimler konusunda da rahat çalışma anlamında hocanın ısrarcı olacağını düşünüyorum. Her iki yaklaşımda da Cumhurbaşkanı da Başbakan da özverili olacaktır. Sonuçta çıkacak olan tabloda kabinedeki 15'nin üç dönemlik ve daha önce bakanlık yapmış isimlerden oluşacağını söylemek kehanet değil. 8-10 tane yeni isimden bahsediyoruz.

BAKANLIK SAYISI 30'A ÇIKACAK MI?

- Bakanlıkların 30'a çıkartılması gündeme gelmişti. Böyle bir durum bekleniyor mu?

O kadar çok değil. Kültür Bakanlığı eskiden beri konuşuluyordu, muhtemelen o ayrılacak. Soma'dan sonra tartışmaları yapılmıştı, Maden ve Enerji Bakanlığı diye ayrılması. Belki o ayrılabilir. Ama diğer bakanlıkları ayırmaya başladığınızda her birinin kırtasiyelerinin ayrılması bile uzun bir zaman alır. Her şeyin yeniden yerli yerine oturması 3-4 ay sürüyor. Bu hükümetin 3-4 ay kaybedecek zamanı yok.

HÜKÜMETİN 1 YILLIK İCRAATİ ÖNEMLİ

- Bundan sonra siyaseten nasıl bir dönem bekliyor bizi?

Yine tartışmalı, yine alıştığımız tarzda muhalefetli ama daha umutlu bir dönem olacak.

Sonuçta hükümetin önünde 4 yıl var ama bu 4 yıl garanti bir 4 yıl değil. Hükümet bunu yapıp ettikleriyle,1 yıldaki icraatiyle ondan sonrasını garantileyecek. Eğer bunu başarabilirse, o zaman 4 yıl garanti. 

- Başaramazsa?

O zaman birinci yılın sonunda tekrar tartışma başlar. Muhalefete ne kadar söyleyecek laf bırakırsanız iktidarı yıpratma süreci de o kadar hızlı gelişir. Dolayısıyla 2011'den pay biçersek, o zaman da yüzde 50'ye yakın bir oy almıştı. 2 yıl iyi gitti. Anayasayla başladı, fakat anayasa çok enerji aldı. Muhalefet tartışmalarıyla geçti. Ondan sonraki süreçte "bu iş bizi çok yoruyor işimize bakalım" dedikleri noktada da Gezi başladı. Neden? Muhalefet o kadar çok söylem üretti ki o arada. Anayasa'nın yapılamamasından bütün partiler eşit oranda sorumlu iken aslında muhalefet partileri hiç bu konuda sorumlulukları yokmuş gibi davrandı.

AK PARTİ'DE BEYAZ SAYFA DÖNEMİ

- AK Parti yeniden uzlaşmacı bir dille başladı seçim sonrası. Bunun devam ettiğini görecek miyiz?

Bir temiz sayfa açılmasını isteyen, seçimi kazandığı gün "biz elimizi uzatıyoruz, birlikte yapmayı deneceğiz" diyen bir iktidar var. Bu iyi bir başlangıç. Ama hepsi balkondan başladı, hepsi iyi başladı. Kısa sürede bunlar hiç söylenmemiş gibi oldu. Şimdi de benim edindiğim izlenim, hükümetin de muhalefete bu anlamda bir el uzatacağı ve gelin bazı projeleri sizin de katkınızla yapalım, ortak vaadleri beraber gerçekleştirelim diyeceği. Bunun için bu beyaz sayfa işi birçok şeyi de beraberinde getirecek diye umuyorum.

YENİ ANAYASA İÇİN ESKİ MEKANİZMA İŞLEMEYECEK

- Tekrar yeni anayasa gündeme gelecek? Tekrar bir yıpranma süreci sözkonusu olmayacak mı?

"Başkanlık tartışılacaksa mekanizmayı tartışalım" diyen Kartoğlu, Türkiye'nin halen zihnen buna hazırlanmadığını düşünüyor.

* Bugün "Başkanlık isteyenler ve istemeyenler" diye ayrılan iki taraf var. Ne üniversiteler, ne akademisyenler, ne AK Parti ne de muhalefet Başkanlık için somut bir tartışma alanı açmıyor.

* Bu konuda özellikle akademisyenlere büyük iş düşüyor ama dünyadaki örnekleriyle birlikte hazırlanmış bir akademik çalışmayı henüz görmedik.

 * Başkanlık sisteminin içini dolduran yok, tartışmanın içini medya doldursun diye bekliyorlar. Ama biz akademisyen değiliz.

Bütün enerjinizi yeni anayasa olsun, dört partili olsun üzerine kurarsanız o zaman orada diğer 3 partinin sizin enerjinizi emme fırsatını onlara vermiş olursunuz. Daha önce böyle oldu. Sonrasında AK Parti böyle olmuyor diyerek, CHP'ye iki partiyle çıkartalım dedi. CHP de buna yanaşmadı. Şimdi AK Parti bunu baştan söylüyor. Eski mekanizma olmayacak artık, bu kesin. Bazı şeyler süreçlere yayılabilir.

- Yeni Anayasa içinde Başkanlık Sistemini barındırdıkça muhalefet buna yine itiraz etmeyecek mi?

Evet, sıralamada yeni anayasa başkanlık sistemini de içinde barındıran bir şey. Fakat Başkanlık sistemi olmazsa yeni anayasa olmaz diyemiyoruz şu anda. Çünkü geçen dönemde bıraktığımız yerde de AK Parti, "Başkanlık sistemi bu işe engel diyorsanız, biz yeni anayasa konusunda Başkanlık sistemini geri çekebiliriz" dedi. Mesele şu, siz yeni anayasayı yaparsınız, Başkanlık sistemini ona uyumlandırmak kalır. Eğer Başkanlık sistemi olacaksa.

"VELEV Kİ AK PARTİ'YE KORKTUKLARI İÇİN OY VERDİLER..."

- Seçim sonuçlarına dönecek olursak siz bu sonucu bekliyor muydunuz?

Ben iktidar bekliyordum ama 49,5 beklemiyordum.

- Peki insanlar korktuğu için mi AK Parti'ye oy verdiler?

Gelecekleri adına endişelendikleri kesin. Peki kim buna sebebiyet verdi? "Hükümet korkuttu, terör korkuttu, terörü de zaten devlet başlattı..." Ne derseniz deyin. Ben o kanaatte değilim.

Velev ki korktu... Neden sizin partinize değil de gitti AK Parti'ye sarıldı? Güveneceği tek yere gider insanlar, bir şeyden endişe ediyorlarsa. AK Parti'ye güveniyorlar, size güvenmiyorlar. Bu kadar basit ve net.

KOMÜNİST PARTİSİ İKTİDAR OLSA DA BU ÜLKEYİ TERKETMEM

- Muhalif kanat seçim sonrası büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Ülkeyi terketme modası çıktı. Bunu nasıl karşıladınız?

Kusura bakmasınlar da ne kadar çok insanın gidebilecekleri ikinci vatanları varmış. Bu memlekette bu partiye oy verenler, gidecek başka memleketleri olmadıkları için oy verdiler. Ben dikkat ediyorum memlekette ne kadar anti emperyalist varsa Amerika ile aynı dili konuşuyor. Ne kadar "bu memleket bizim" diye bağırıp çağıran varsa ertesi gün soluğu dışarıda alıyor. Adem Bakkal diyecek ki "ben bu ülkeden artık sıkıldım, İsviçre'de yaşamayı düşünüyorum". İsviçreliler de öyle diyor zaten "aa öyle mi ne güzel buyur". Bunu söyleyen insanlara bakıyorsun, hangi imkanlarla, nerden buldunuz bu kadar imkanı bir antiemperyalist olarak?

Bu ülkenin sorunu da bu. Başka yaşayabilecekleri ülkeri olanlar çok daha fazla konuşuyorlar bu ülke hakkında. Bence bu ülkeden başka yerde yaşama şansı olmayanların söylediklerini biraz daha dinleseler daha iyi olur. Kimse bir yere gitmek zorunda değil. Komünist partisi iktidara gelsin ben yine bu ülkede yaşayacağım. Hiçbir yere gitmiyeceğim. Çocuklarım da giderse hakkımı helal etmem.

AK PARTİ İKTİDAR OLAMAZSA DİYE KORKTU MU?

- Sonuç 7 Haziran'daki gibi olsaydı benzer bir hayal kırıklığını siz de yaşar mıydınız?

Yaşamazdım. Çünkü biz mesela matbaada elektrik kesildiğinde, kağıt bittiğinde napıyoruz? Gerekirse cebimizden para denkleştirip, başka bir matbaayı kiralayıp gazete basıyoruz. Yani işin sorumluları, iş zora girince oturup ertesi günün işini bitirme sorumluluğunu alabilmeliler. Onlar da alsınlar.

- Peki AK Parti iktidara gelemezse diye bir korku yaşadınız mı? Sonuçta siz AK Parti'ye yakın ve destek veren bir medya kuruluşunda çalışıyorsunuz.

Hayır. Gürsel Tekin "el koyacağız" dedi zaten hatırlarsanız. İnsanlar el koyar ama yaptığınız işin millette bir karşılığı varsa, hangi işi yapıyor olursanız olun, bir şekilde siz söylediğinizin muhatabını bulursunuz.

Bizim başımıza bir şey mi gelir? Niye gelsin. Adamın niyeti varsa, suyu bulandırsın diye kurdun kuzuya yaptığını yapar mı yapar. Ama bundan dolayı bir endişem yok. Şu hep vardır; bir iktidar gelir ve bir önceki iktidarın bütün destekçilerini ortadan kaldırmaya çalışır. Ama Türkiye bunu aştı. Darbeci Sisi bile Mursi'nin bütün varlığını ortadan kaldırma konusunda herhalde kendini çok etkin ve yetkin görmüyordur.

- Artık bu tarz bir şeyi kimse yapamaz mı yani?

Yapamaz. Türkiye'de darbe bile olsa bugün el koyarlar yarın bırakırlar.

BİR ZAMANLAR CEMAAT İÇİN MUTEBER ARKADAŞLARDIK

- Fakat bugün cemaat medyası olarak nitelenen bir medyaya karşı devletin yürüttüğü bir operasyon var. Bunu nasıl izah edeceğiz peki?

Dediğim gibi toplumsal bir karşılığı varsa, bir sosyolojisi varsa o medyanın ve yayınlarının bir şekilde kendine bir mecra bulacaktır. Ha bu haklıdır, haksızdır konusunda değilim. Biz bir takım operasyonlarının haklılığını ve haksızlığını tartışmadığımız dönemlerde, Ergenekon, Balyoz, casusluk, ne kadar muteber ve makul arkadaşlardık bunlarla. O zamanda tartışmıyorduk bugün de tartışmıyoruz. Yani bizde bir şey değişmedi. Biz hala tartışmıyoruz, diyoruz ki bi yargı sonuçlansın. Öbüründe de onu diyorduk o zaman çok iyiydik. Bugün bunu deyince kötü oluyoruz. Neden?

O zaman demek ki birileri kendileri için iyi olanı yaparken, bizim bu tavrımız onların hoşuna gidiyordu ve biz iyi oluyorduk, şimdi kendilerine yaramayan bir şey olunca biz kötü oluyoruz.

RADİKAL İÇİN BAS BAS BAĞIRABİLİRDİK, HALA ÜZGÜNÜM

- O dönem ses çıkarmadığınız şeylerden dolayı bir pişmanlık var mı?

Yazı işlerinde konuşmuştuk. O zaman Radikal'e girilip, internetten kitap gönderilmiş mi gönderilmemiş mi diye bilgisayarların hepsi kurcalanırken "bir dakika ya burası bir gazete" demiştik ama ona da mesafeli bir yayınımız olmuştu diye hatırlıyorum. Orada bas bas bağırabilirdik mesela, ben ondan hala üzgünüm.

Fakat bu tıpkı hükümet yetkililerinin, "Genelkurmay Başkanı alınırken yeterince tepki göstermemişiz daha fazla tepki gösterebilirdik" demeleri gibi. Biz ona da aynı şekilde "bir dakika burada bir sorun var" dedik. Ama şimdi insanlar diyor ki "filan gazetenin bilmem nesi bu, bunun kaçacak yeri mi var? Koca iş adamı buna nasıl böyle bir şey isnad edersiniz". Öbürü de Genelkurmay Başkanı'ydı. Ha siz yaptınız müstehaksınız demek istemiyorum ben.

ONLAR İKİYÜZLÜ DAVRANDI BEN İKİYÜZLÜ DEĞİLİM

- "Radikal için ses çıkarsaydım, bundan dolayı üzgünüm" dediniz. İleride de acaba bu gazeteler için benzer düşünceler geçer mi aklınızdan?

Mutlaka bazı şeyler geçer. Şunu teslim edeyim. Evet bir çoğu gazeteci arkadaşlarımızdı doğru, fakat hepimiz dinlenirken birçok ortak dostumuz, beraber oturup kalktığımız arkadaşlarımız kendilerinin bile adını ilk defa duyduğu bir takım örgütlerle ilişkilendirilirken onlar bundan haberdardı, biz değildik. Onlar haberdar olarak bizimle oturup konuşuyordu yani bize ikiyüzlü davranıyorlardı.

Ben onlara karşı ikiyüzlü değilim. Bu operasyonlardan sonra çok fazla mümkün olduğunca muhatap olmamaya çalışıyorum. Bu iyiyle kötünün ayıklanacağı bir dönemse ben bu arada kötüden zarar görmemek, iyiye de zarar vermemek adına bu dönemin geçmesini beklerim. Ve eğer bir dostluğum olacaksa o tam bıraktığım yerden devam eder, arada da onu bozmamış olurum. Ben kişisel olarak o noktadayım.

KAYYUM ATANMASI BANA AHLAKİ GELMİYOR

- İpek Medya'ya el konulması, kayyum atanması konusunda düşünceleriniz neler?

Baktığınız zaman bana ahlaki gelmiyor. Ama bana devletin bazen af yasaları çıkarması da ahlaki gelmiyor. Taciz, tecavüz vakalarında kravat takana indirim yapılması da ahlaki değil.

Bu terör suçuysa ve eline silah alanla, onunla aynı evden çıkan ama ateş etmeyen insanı bir tutmanızı anlayabilirim. Onu da yargı soradan ayıklayacak. Ama başlangıçta her ikisininde tutuklanmasına karşı değilim. Devletin bir tehdit algısı var ve bunu devlet kararına dönüştürmüş durumda. Bu değirmene su taşıyan kim varsa onu o kapsamda değerlendiriyor. Suç unsuru var mıdır ayrıca? Onu heralde savcı biliyordur. Suç unsuru olmasa, bu kadar insanı gözaltına almak, kayyum atamak, sahipleri ya da yöneticileri hakkında tutuklama kararı çıkartmak gibi bir sürece girmezdi. O yüzden devletin bu kaygılarını anlayabiliyorum.

- Bir gazeteci olarak bu duruma tepki vermeniz beklenmez mi?

Mümkün olduğu kadar herkes, doktor doktorlukla ilgili, avukat avukatlarla ilgili, gazeteci de gazetecilerle ilgili hassasiyet bekler. Bunu ben de beklerim. Fakat gazetecinin de gazetecilikle ilgili hassasiyetlerinin olmasını da beklerim aynı zamanda. Şimdi o medya da "biz hiç yalan yazmadık" dediğinde o zaman gelip benimle konuşması lazım onun patronunun.

AK PARTİ TABANINDA DA CEMAATE KARŞI KAYGI VAR

- Daha önce yapılan operasyonlarda vicdanları yaralayan şeyler gördük. Sonrasında da bunlar yanlıştı denildi. Bugün yapılanlar için de benzer kaygılar yok mu?

Türkiye en sert paralel karşıtlarına kadar, bir Ergenekon, Balyoz vs deneyimi yaşadı. Şimdi herkesin içerisinde şu var; daha önce yapılan burada yapılmasın. Bu AK Parti tabanında da var cemaate yönelik. Bu operasyonlar evet yapılsın, cemaat yapısı, operasyonel yapı evet çökertilsin. Fakat daha önce onların yaptığı şeyler gibi şeyler yapılmasın. O zaman Genelkurmay Başkanı'nda yapılan hata, bugün gazetenin genel yayın yönetmeninde, patronunda, şusunda busunda yapılmasın. Bu kaygı herkeste var.

Bu kaygı herkeste olduğu için, ben bugünün hukuk sisteminin de aynı kaygı ve endişeyle "onlar bunu yaptılarsa siz de bunu yaptınız" ithamıyla karşı karşıya kalmayı istemeyeceğini, onun için de daha kılı kırk yararak iş yaptıklarını düşünüyorum. Çünkü bu insanlar "nasılsa daha sonra biz devleti ele geçirir her şeyi kendi lehimize çeviririz" diyen insanlar değil. Bu insanlar bu devletin insanları, devlete çalışıyorlar. Yani paralel yapıya, daha sonra devlete el koyup her şeyi kendi lehine düzeltecek bir yapıya hizmet etmiyorlar. 

AK PARTİ'YE YAKIN BAZI YAZARLARIN TEHDİT DİLİ DURACAK

- Seçim sonrası AK Parti'de kapsayıcı ve kucaklayıcı bir dil hakimdi. Fakat AK Parti'ye yakın medyada bazı yazarların hala çok keskin bir dil kullandığını görüyoruz. Bunu yine o medya içerisinden yazarlar da yazdı. Bundan sonra medya dilinde de bir değişim görebilir miyiz?

Seçimden sonra Davutoğlu'nun yaptığı konuşma, Ömer Çelik'in tweetleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylemleri kurulan ortak dilin ve tavrın bundan sonra da korunacağını gösteriyor.

Tayyip Erdoğan'ın bu dönemle ilgili tanımı: Milli Birlik ve Kardeşlik Dönemi. Şimdi sen milli birliği sağlayacaksan, bu milletin en yaramaz, en haşarı evlatlarını da o kavramın içine koymak zorundasın. Eğer bunu söylüyorsanız size destek verdiğini söyleyen yazarlar, çizerler hangi gazetede olursa olsun, o çerçevenin dışında birilerini tehdit etme dilini kullanamazlar. Bugün bunlara ses çıkartılmıyor olması, yarın bunlara devam edecekleri anlamına gelmez. Bence devam etmeyecekler. O da bir yerde duracak.

BİZ DAHA AK PARTİCİYİZ YARIŞINI YADIRGIYORUM

- Peki siz bu şekilde bir medya dilini nasıl yorumluyorsunuz?

AK Parti'yi destekleyen medyaya baktığımızda evet farklı yazarların farklı dilleri var. Bunların hangisinin genel kabul gördüğü, hangisinin ne kadar kullanışlı olduğu birbirinden ayrı konular. Belki birileri "müstehaktır bunlara" diye bunları yazmak ve konuşmakla kendini yükümlü görüyordur.

Ama biz şundan şundan daha üstün gayret gösteriyoruz yarışını yadırgıyorum. "Biz daha AK Particiyiz" yarışını da doğru bulmuyorum. Ya da "paralel yapı evet öyle ama çok iyi ayıklanması lazım" diyerek pozisyon kapmaya çalışanlar var. Peki kötü ayıklandığına dair bir deliliniz var mı? Yok. Ama sureti haktan ve vicdandan görünmek adına "iyi ayıklanması lazım" dediğinizde siz orada bir pozisyon elde ediyorsunuz. Bu pozisyonu elde ederken hak etmeniz lazım.

"VİCDAN ÜZERİNDEN KARİYER YAPMAYA ÇALIŞMAYACAKSINIZ"

- Başörtülü kadınlara kelepçe olayında benzer tepkiler gördük. Bunlar pozisyon kapmak için miydi?

Kadınlara kelepçe vuruluyor, tepki gösterin güzel. Ama aynı gün bir başka solcu kadın da derdest edilip, kolundan bacağından tutularak polis aracına bindirildi. Polis başörtülü ya da başörtüsüz, arıza çıkaracak, sağı solu tırmalayacak, kendine zarar verecek bir haleti ruhiyesi yoksa kimseye kelepçe takmamalı, erkek ya da kadın. Bunun için vicdan üzerinden kariyer yapmaya çalışmayacaksınız.

KİMSE KİMSEYİ KOVMASI İÇİN TALİMAT VEREMEZ

-Bir gazetecinin bir medya patronuna ayar vermesi, "bunu kov" gibi talimatlar vermesini doğru buluyor musunuz?

Kimse kimseyi kovması, susturulması için talimat veremez, bu açık ve net. Gazetecilerin de yazarların da, siyasete yönelik analizlerinde de başka medya organlarına ve gazetecilere yönelik polemiklerinde "susturun, işten atın, yargılayın" falan deme hakkı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bunlar başka mesleklerin işi. Bu tip durumlarla karşı karşıya kalmak beni meslek adına utandırıyor.

Bu benim dilim değil. Bu dil siyasetle paralel mi? Bana göre değişir. Şu da bir gerçek; medyanın da eğer bir etiği varsa, eğer ahlaki değerleri varsa bu değerleri her döneme, herkese aynı şekilde geçerli kılınması gerekiyor.

"ETHEM SANCAK'I DİLİNE DOLAYAN DA..."

-Yani diğer tarafta masum değil diyorsunuz...

Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu, Yıldıray Oğur'la birlikte TRT Haber'de Pazartesi günleri yayınlanan 3 Gün programının moderatörlüğünü yapmakta.

Amatör bir karikatürist olan Kartoğlu, aynı zamanda Karikatürcüler Derneği üyesi. Nasreddin Hoca Karikatür yarışmasının albümlerinden oluşan bir karikatür koleksiyonuna sahip. Karikatürcüler Derneği bu yıl Uluslararası Nasreddin Hoca Karikatür Yarışması'nın 35. sini düzenledi.

Elbette. Birisi bir medya patronunun eski defterlerini karıştırırken diğeri de bir başka medya patronunun kameralar önünde gerçekleşen bir ihaleyi nasıl aldığını sorgulamaya kalkarsa o zaman kim kimden daha temiz diye bir tartışma yapamayız.

Ethem Sancak'ın BMC'yi nasıl aldığını diline dolamak da diğerinden aşağı bir durum değil. Meseleyi buraya getirirseniz o zaman size derler ki ; senin patronunun bütün o işlemleri medya önünde gerçekleşmedi ama bu medya önünde gerçekleşti. Yanlış bir yerde savaşıyorsun yani. İkinizde bataklığa giriyorsunuz, bataklıkta savaşıyorsunuz. Sen kenarda dur, madem daha iyisin, makulsün. Ama sen de batağa girersen karşındaki adamı çamur diye suçlayamazsın.

AKREDİTASYONU MANTIK DIŞI BULMUYORUM

- Bir de akreditasyon meselesi var. En son G-20'de bazı gazetelere akreditasyon engeli getirildi. Bununla ilgili görüşleriniz nelerdir?

Habercilik maksadıyla değil, nereden ne bulup, ne uydurup çakarız mantığıyla gidildiği için bu akreditasyon uygulanıyor. Gazeteci tabi ki gittiği zaman nerede ne sorun var diye bakacak, işi o zaten. Fakat bu gazetelerde gerçekte olmayan, manipülatif, montajlanmış konuların da manşete taşındığını görüyoruz.

Mesela altın musluk hikayesi buna örnektir. Mesela, Başbakan'ın Ruhaniyle görüşmesi sırasında "İran Bayrağı var Türkiye bayrağı yok" diye haber yaparsanız diplomasiyi bilenler sizinle dalga geçerler. Ama vatandaş diplomasiyi bilmediği için İran'a boyun eğmiş gibi seni gösterir. Böyle yayınlar yaparsanız, sizin neyi, nasıl yayınlayacağınızı bilmediklerinden böyle değerlendirilmiş. Başka yerlerde ki akreditasyonlarda da benzer kriterler var. O bakımdan ben onu çok da mantık dışı bulmuyorum. Baktığımızda hepimiz medyaya kısıtlama olmamasını isteriz ama öyle bir dünyada yaşamıyoruz, ülkeyi bırakın.

Günün Önemli Haberleri