Mehmet Barlas'tan Can Dündar ve Cemaat bombaları

Abone ol

Sabah başyazarı Mehmet Barlas kelimenin tam anlamıyla şaşırtan yorumlar yaptı! "Türkiye Paralel ile mücadelede yanlış yapıyor!" diyen Barlas, Aydın Doğan için ise "terör örgütüne yataklık etmesi olacak şey değil" dedi.

İNTERNET HABER – ÖZEL İÇERİK

Gazeteciliğe 1961 yılında babasının kurucusu olduğu Son Havadis gazetesinde başlayan Mehmet Barlas, Cumhuriyet, Günaydın, Milliyet, Güneş, Tercüman, Hürriyet, Türkiye, Sabah, Yeni Şafak, Zaman, Star, Akşam ve Posta gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 1974 yılında TRT'de iç ve dış haberler müdürlüğü yapan; özel Televizyon Kanallarının kurulması sonrasında ise Star1, ATV, Show TV ve TGRT’de günlük haber yorumculuğu ile ekrana çıkan Barlas, 2008 yılı içinde kısa bir süre ATV'de ana haber bülteninin sunuculuğunu da üstlendi.

Yakın dönem Türk Basın Tarihi'nin yaşayan bir parçası Mehmet Barlas. İnternet Haber'den Hande Aydemir, Sabah başyazarı Mehmet Barlas'ı Otağtepe'deki evinde ziyaret etti. Uzun ve güzel bir röportaj yaptı.

Hande Aydemir'in sorularına içten yanıtlar veren Barlas, Aydın Doğan'dan Erdoğan'a, medyadan siyasete, Türkiye'nin hallerinden gazetecilik mesleğine dek pek çok konuda, neredeyse konuşulmadık bir şey bırakmadı.

Siyasilerin en yakınındaki gazeteci olduğu halde siyasete neden atılmadığını da anlattı, Aydın Doğan'ın teröre destek verdiği iddialarına bakışını da söyledi. Bir dönem yanağını okşarken görüntülendiği Cumhurbaşkanı Erdoğan için “dost olarak çok tatlı bir adam!” da dedi, Türkiye'nin Fethullah Gülen cemaati ile sürdürdüğü mücadelede yanlış gördüğü şeyi de açıkladı.

“Can Dündar'ın yerinde olsam o haberi ben de yayımlardım” diyen Barlas, uzun yıllardır dost olduğu Nazlı Ilıcak için ise “kendine özgü bir vaka” yorumunu yaptı. Turgut Özal ile Tayyip Erdoğan'ın farklarını da anlattı, Zaman gazetesindeki bir haftalık macerası sonrasında kendisine söylenen o cümleyi de açıkladı.

İşte birbirinden çarpıcı soru ve yanıtlar ile Mehmet Barlas röportajı.

BÖYLE BİR DEVRİMİ YAŞADIĞIM İÇİN ÇOK MUTLUYUM

Hande Aydemir: Teşekkür ederim bizi evinizde ağırladığınız için öncelikle. İlk olarak İnternetHaber'den başlayalım. 2000'li yıllarda ilk olarak siz İnternet Haber'de yazmaya başladınız. Nasıl yazıyordunuz? Bilgisayarla mı yazıyordunuz?

Mehmet Barlas: Ben faksla gönderiyordum yazımı. Bilgisayara internete alışmamız biraz geç oldu. Aslında şaşırıyorum, Türkiye'de iletişim devrini başlatan Özal. Özal'ın zamanında internet yoktu ama CD Rom'lar ilk kez çıkmıştı. ABD'ye gittiğimde bir CD aldım. İçinde bütün Shakespeare eserleri, bütün Agatha Christie kitapları ve tüm dini kitaplar vardı. Özal'a getirdim çok şaşırdı. Her gittiğimde onun başında açmaya çalışıyordu. Şimdi düşünüyorum ne kadar geride kaldı. Hayatımızın Steve Jobs'un cep telefonu değiştirdi. Eskiden hep kitaplara başvururdum, şimdi Google Amca. Ne sorsam bana cevap veriyor. Kongre Kütüphanesine girebiliyorum. 7 milyon kitaba girebiliyorum. Böyle bir devrimi yaşarken bu devrime tanık olduğum için çok mutluyum.

H.A.: Peki elle mi yazıyordunuz yazılarınızı?

M.B.: Bazen dakitilo, bazen elle yazıyordum.

H.A.: 2000 yılında AnaSol Hükümeti döneminde İnternetHaber muhalif habercilik yapıyordu ve fazla da dayanamadı... “Hoşçakalın...Yayınımıza son veriyoruz” dedi ama sonra yoluna devam etti. Siz de oradaydınız o sırada.

M.B.: Ben o zamanlar oradaydım. Türk siyaset yaşamının son darbesi olan 28 şubat darbesinde hepimiz bir saf seçtik. Ben o sırada Sabah'ta yazıyor, TGRT'de günlük yorumlar yapıyordum. Bir gün hem yazılarım kesildi hem televizyon programım kesildi. Sonradan bana anlattılar hatta. Patronlardan biri Demirel'e gitmiş. Benim veda konuşmamı dinletmiş. Böyle bir şey oldu. Ben o sırada Yeni Şafak'a geçtim. 3 sene Yeni Şafak'ta yazdım. O sırada 'Pijamalı Gazeteciler' dediğimiz, internet haberciliği devreye giriverdi. İnternet yaygın olmadığı için önce ulaşım çok sınırlıydı. Ama Hadi Özışık internetin geleceğini ilk görenlerden biri. İnternet Haber'i yeniden başlattığında ben de heyecanla ona sarıldım.

BEN HERŞEYDEN ÖNCE GAZETECİYİM

H.A.: Hukuk okudunuz, hukukçuluk da yaptınız. Gazetecisiniz ama televizyonlarda program da yaptınız. Sizi nasıl adlandıracağız?

M.B.: Ben herşeyden önce gazeteciyim. 20 yaşında Orhan Kemal ile beraber İstanbul varoşlarının röportajını yaptım. Aziz Nesin ile birlikte Yassıada duruşmalarını izledim ve beraber yazdık. Çok erken başladım. Babamın arkadaşları benim arkadaşım oldu. Bugün edebiyat tarihinde okuduğumuz isimler Nurullah Ataç, Hasan Ali Yücel bizim evin müdavimleriydi. Böyle bir geçmiş olduğu için, bir de annem de babam da çok okurlardı. Ben ilkokul üçüncü sınıftan itibaren anamın babamın verdiği kitapları okumaya başladım. Çok büyük avantaj. Okuldan önce evdeki eğitim çok önemli benim için öyle oldu.

28 ŞUBAT'TA AİLE BOYU KIYIMA UĞRADIK

H.A.: 2000'li yılların öncesinde Barlas ailesine bir baskı kuruldu sanki. Neydi o zorluklar.

M.B.: 28 Şubat darbesine karşı çıktık. Aynı gün benim ve Canan'ın yazıları kesildi. Canan Yeni Yüzyıl'da yazıyordu, ben Sabah'ta. Bir sabah telefon ettiler. Artık yazmayacaksınız denildi. Aile boyu kıyım uygulandı. Ama biz yılmadık, mücadele ettik.

H.A.: İşsiz kaldınız... Nasıl yaşadınız peki?

M.B.: Ben tabi 1960'da gazeteciliğe başladım. 19 yaşından beri gazetecilik yapıyorum. İhtiyaten, defalarca işsiz kaldığım için 12 Mart 1971 darbesinde Cumhuriyet'ten ilk kovulan bendim. Benden sonra Nadir Nadi istifa etti. Dedim ki 2 sene geçinecek kadar bir mali stoğunuz olursa, sonrasında iş bulursunuz. Ben de ondan dolayı birikim yapmaya çalıştım. Olmadığında arabamı sattım.

GAZETECİLİĞİ BİR KAÇ KERE BIRAKTIM

H.A.: İkinizin de işsiz olduğu bir dönemde hatırınızda kalan özel bir anı var mı? Gazeteciliği bırakmayı düşündünüz mü mesela hiç?

M.B.: Ben gazeteciliği bir kaç kere bıraktım. 12 Mart sonrasında hukuk mezunu olduğum için, amcamın şirketinde Hukuk Müşavirliği yaptım. 1970'lerin sonunda yine canıma tak etti. Abdi İpekçi, Milliyet'e gel diye ısrar ediyordu. Gitmedim, Yılmaz Çetiner arkadaşımla beraber matbaa açtım. Üç sene matbaacılık yaptım. Hayatımda öyle dönemler var yani.

PARTİYİ BERABER KURALIM TEKLİFİ DE GELDİ
MİLLETVEKİLİ OL TEKLİFİ DE...

H.A.: Cumhurbaşkanları ya da siyasiler ile iyi anlaşan bir gazetecisiniz. Hiç size teklifte bulunmadılar mı, gelin siyasette olun diye?

M.B.: Turgut Özal, ANAP kurulurken benim de kurucu olmamı teklif etti. Milletvekili olmamı teklif etti... Ben istemedim, çünkü benim babam politikacıydı. CHP'nin bakanıydı babam, Ticaret, Ekonomi, Devlet Bakanlıkları yaptı. Hayatımda tanıdığım en kültürlü, en barışçı insandı. Ama 1957'de tutuklandı. İdam talebiyle yargılandı. Siyasetin Orta Doğu'da ne tür bir bela olduğunu iyi bildiğim için gelen siyasi teklifleri hep reddetim. Gördüm ne olduğunu, bir de çok kısa bir dönem siyaset. Hayat bir maraton. Gazetecilik'te 50 yıl oldu. Durmadan koşuyorsunuz. Politikacı, eski milletvekili, eski bakan... İyi bir şey değil.

H.A.: Yeni Şafak dediniz. Yeni Şafak o dönem muhteşem bir iş yaptı. 28 Şubat'ta mağdur olanları aldı, bir sayfa açtı onlara. O dönemde gazetecilik nasıldı. O dönemki ve şimdiki Yeni Şafak için ne dersiniz?

M.B.: Şimdi 28 Şubat medyasının özelliği kartel medyası vardı. Merkez medya dediğimiz, Hürriyet, Milliyet, Sabah... Yani Aydın Doğan ve Dinç Bilgin'in ortaklığı ile kartel oluştu. Kendilerine karşı olan, muhalif olan basını susturdular. Akşam'ın mesela dağıtımını durdurdular. Sonra kara listeler yaptılar. Bir gazeteden kovulana diğer gazeteler iş vermiyordu. Ben mesela yıllar sonra Aydın Doğan ile konuştum. 'Ben Hürriyet'te de yazdım. Senin Milliyet'inde başyazarlık yaptım. Neden böyle yaptın' diye sordum. 'Valla ben de düşündüm, sen Sabah'ta susturulduktan sonra Hürriyet'e gelmeni teklif edecektim ama benim meselem değil dedim...' dedi.

Kartel anlaşması vardı ve o kartel anlaşması çok kötü bitti. Büyük ortağı Dinç Bilgin hapse düştü. Elinden malı mülkü, gazetesi gitti. Kartel basının felaketi oldu.

EN İYİ GAZETE PATRONU HALKA KARŞI SORUMLUSUN DİYENDİR

H.A.: Siz bir çok gazete patronu ile çalıştınız, arkadaş oldunuz, dost oldunuz. 'En iyi gazete patronu şu isimdi' diyebilir misiniz?

M.B.: Bakın mesela Erol Simavi... Hasan Pulur anlatmıştı. Hasan Pulur, Hürriyet'te yazmaya başladığı gün, Simavi odasına gelmiş. Hasan Pulur da sormuş: 'Erol Bey ben kime karşı sorumluyum?' Simavi elinden tutmuş pencereye götürmüş, yoldan geçen insanları göstermiş, 'bunlara karşı sorumlusun' demiş. Bu bir patronun anlayışını gösteriyor.

Haldun Simavi çok cin gibi bir adamdı. Haberin ne olduğunu evrensel ölçüde çok iyi bilirdi. Nadir Nadi, 11 yıl beraber çalıştım. Hep patron hem de entelektüel bir arkadaşdı. Bilgiyi paylaşırdı. Ben iyi patron deyince bunları hatırlıyorum.

28 ŞUBAT'TA AYDIN DOĞAN'IN MAL VARLIĞI 3 MİSLİNE ÇIKTI

H.A.: Havuz medyası... Tetikçi... döndü... Şu an gazeteciler birbirlerine böyle şeyler söylüyor. Geçmişte de böyle bir şey var mıydı? Havuz medyası nedir?

M.B.: Ben Havuz Medyası kavramını tam olarak bilmiyorum. Ama AK Parti iktidar olduktan sonra basında bir kamplaşma oldu. Hürriyet mesela, 28 şubat'tan çok fazla yararlandı Hürriyet. Aydın Doğan'ın mal varlığı 2 misline, 3 misline çıktı. Şimdi Tayyip Erdoğan başbakan olduğu zaman medyanın devletten gelen musluğu kapandı ve bu gazeteleri çok sinirlendirdi. Kamuoyuna da yansıdı, Hilton'un arazisine inşaat izni verilmesi gibi olaylar... Sanıyorum Aydın Doğan ile Tayyip Erdoğan'ın arasındaki fark bu. Buna karşı bir medya oluştu. Hürriyet kartelinin karşısındaki medyaya şimdi havuz medyası diyorlar anladığım kadarıyla.

H.A.: Musluk neden kapandı peki?

M.B.: Çünkü o musluğun açık olduğu dönem Türkiye'de hem medya hem de siyaset kirlendi. Yani asker, bürokratik oligarşi ve İstanbul sermayesi işbirliği yapıp, Türkiye'yi batırdılar. 41 banka yok oldu.

SERHAT ALBAYRAK KEŞKE DAHA ÇOK KARIŞSA SABAH'A

H.A.: Bir iddia daha var. Serhat Albayrak, şu an Sabah gazetesinde her şeye müdahale ediyor deniliyor. Yoksa bu bir mutfak dedikodusu mu?

M.B.: Keşke öyle olsa. Yani benim gördüğüm, Serhat Albayrak, işler aksamasın diye, düzenlemeler yapan bir insan. Öyle her şeye burnunu sokan bir insan değil.

NAZLI ILICAK KENDİNE ÖZGÜ BİR VAKA

H.A.: Sizin bir zamanlar birlikte çalıştığınız arkadaşlarınız vardı. Örneğin Nazlı Ilıcak. Aynı gazetede yazdınız. Sonra Nazlı Ilıcak'ın rotası değişti sanki. Siz dostsunuz değil mi? Peki hiç söylediniz mi, Nazlı Ilıcak'a telkinde bulundunuz mu?

M.B.: Estağfurullah, telkin abartılı bir ifade ama... Nazlı ile konuşmalarımız oldu. Ama Nazlı zor bir insan. Yani mesela Kemal Ilıcak'ın mali sorunları vardı. Özal ile iyi geçinmesi çok iyi olurdu. Ama Nazlı Ilıcak, özellikle Semra Özal'a muhalefet eden Bulvar gazetesini çıkardı. Sonuç: Kemal Ilıcak'ın yok olması oldu. Nazlı Ilıcak'ın kafası kızınca ne kocasını dinler ne oğlunu. Öyle bir tabiatı var.

H.A.: Nazlı Ilıcak, oğlu Mehmet Ali Ilıcak ile de ters düşüncelere sahip oluyor. Bu aile içerisinde normal bir tavır mı? Bunun kamuoyuna yansıması, haberlere konu olması normal mi?

M.B.: Nazlı Ilıcak kendine özgü bir vaka. Nazlı Ilıcak diye bir olay var. Ama çok çalışkan. Tercüman'da yazılar yazarken ben 'ekonomi bilmeden yazı yazılmaz' dedim. Ekonomi çalıştı. Tarih bilmeden yazı yazılmaz diye tarih çalıştı. Böyle bir şeyi de var. Şu anki tavrını anlamam çok zor. Fethullah Gülen örgütüne dayalı bir dünya görüşünü, siyaseti savunmayı doğru bulmuyorum. Nazlı Ilıcak şimdi onlara çok yakın gördüğüm kadarıyla.

H.A.: Hiç görüşmüyor musunuz peki Nazlı Ilıcak ile?

M.B.: Dostluklarınızı devam ettirmek istiyorsanız, siyasi farklılıkları gündeme getirmezsiniz. En son Nazlı Hanımla beraber bir yemek yedik, hiç siyaset konuşmadık. Siyaset işin içine girince lüzumsuz tatsızlıkla olur.

ERDOĞAN'IN YERİNDE OLSAM FEHMİ KORU'YU ÇAĞIRIR...

H.A.: İşsiz kalan gazeteciler. Fehmi Koru'yu örnek verebiliriz buna. Şu an ki tabloda, işsiz kalmak ne demek. Neden yazamıyor bu insanlar? Neden bu duruma geldik biz?

M.B.: Kendi yaşamımdan da gördüm, gazetecinin susturulması mümkün değil. Hele şu an ki sosyal medyanın varlığında... İnternet medyası varken. Hasan Cemal, hergün yazıyor T24'te. Fehmi Koru olayı çok özel bir vaka. Fehmi Koru çok özel bir isim. Çok çalışkan bir insan. Nerede film koptu... Özal olsaydı, Fehmi Koru bu durumda olmazdı. Çünkü Özal diyalog kurardı. Tayyip Erdoğan hakkında, “Obama gibi geldi Bush gibi gidiyor” diye yazdığı için bir yerde film koptu. Ben olsam Tayyip Erdoğan'ın yerinde çağırır Fehmi Koru'yu 'sorun nedir, konuş' derim. Özal kendisini en ağır eleştiren gazeteciyi bile arar konuşurdu. Burada bir diyalog kopukluğu var.

H.A.:Bu soruyu röportaj yaptığım bütün gazetecilere soruyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gazetecilerin yazdığı yazıya göre mi refere sağlıyor? Olumsuz bir yazı yazıldığında Cumhurbaşkanı ya görüşmüyor o gazeteciyle bir daha ya da bir şekilde işsiz kalıyor. Cumhurbaşkanı eleştirilmeyecek anlamına mı geliyor bu.

M.B.: Cumhurbaşkanı eleştirilecek ama küfredilmeyecek. Bu ayrıntı çok önemli. Birincisi bu. İkincisi ise takıntı haline gelmeyecek. Hasan Cemal'e bakın mesela. Her gün Tayyip Erdoğan diye başlıyor. Adeta bir opsesyon, saplantı. Bu kimsenin kabul edebileceği bir şey değil. Bir de Tayyip Erdoğan'ın tabiatı var. Hayatında yalan söylediğini görmedim. Aklına ne gelirse onu konuşuyor. Halkın tutması da belki ondan. Karşısındaki insanların da öyle olmasını istiyor. Yani eğer Tayyip Erdoğan'ı eleştiren kişinin başka bir bağlantısı varsa onu Tayyip Erdoğan saplantısına dönüştürüyorsa bunu farkediyor. O zaman da defterinden siliyor.

H.A.: Bir yazar daha var, Gülay Göktürk. Fehmi Koru ile benzetmek mümkün. O da mı farklı bir dil kullandı. Bir işaret mi geldi yoksa.

M.B.: O da çok talihsiz bir olay. Gülay Göktürk, çizgisi her zaman tutarlı olan çok önemli bir yazar. Kendisine bizim gruptan teklif geldi ama kabul etmedi, artık yazmayacağım dedi. Yazık. Onun eksikliğini ben hissediyorum.

AYDIN DOĞAN SADECE GAZETE PATRONU DEĞİL İŞADAMI

H.A.: Biz Özkök ile de röportaj yaptık. Röportajda şöyle bir şey çıktı. 'Eğer Aydın Doğan ile Cumhurbaşkanı Erdoğan karşılıklı aynı masada otururlarsa halledemeyecekleri bir konu yok' dedi Özkök. Katılır mısınız buna? Halledebilirler mi meseleleri, ya da aynı masada otururlar mı?

M.B.: Yani şu var, Aydın Doğan benim geçmişte tanıdığım gazete patronlardan farklı. Aydın Doğan'ın diğer gazete patronlarıyla mukayese edilemeyecek ölçüde bir iş hayatı var. Gazete o iş hayatının arasında teferruat gibi. Altın madeni var mesela, bankası vardı sattı, sigorta şirketi var, Petrol Ofisi... bilmem ne... Yani bir gazete patronu olarak Cumhurbaşkanı'nın karşısında oturmak ayrı, sürekli devletten bir şey bekleyen bir iş adamı olarak farklı.

Defalarca karşı karşıya geldiler Aydın Doğan ile Tayyip Erdoğan. Trump Tower'ın açılışına gitmedi mi? Gümüşhane'deki madenin açılışına gitmedi mi?

AHMET HAKAN'IN HER TOPA ÇIKMASI GENÇLİĞİNDEN...

H.A.: Ahmet Hakan şu an en çok konuşulan yazarlardan biri. Siz Ahmet Hakan ile de aynı gazetede yazdınız. Ahmet Hakan Hürriyet'e geçince sizinle ilgili ağır yazılar yazmaya başladı. Cemil Bey ile de ilgili yazdı. Ne oldu da aranız açıldı ya da böyle yazılar yazmaya başladı Ahmet Hakan. Dostluğunuz da var.

M.B.: Ben Ahmet Hakan'ın gençliğine, tecrübesizliğine bağlıyorum. Her konuya giriyor. Bizde rahmetli Selmi Andak vardı. Müzik yazarı. Onun bir tutkusu vardı. Bir şey atıldığı zaman mutlaka yakalamaya çalışırdı. Bir kolunda mesela daktilo diğer elinde yazdığı yazılar... Biz Cumhuriyet yazı işlerinde sigara tablası, su bardağı, bir şeyler atmaya başlardık. Daktiloyu yere atar, onları tutmaya çalışırdı. Her topa çıkılır mı? Ahmet Hakan her topa çıkıyor. Böyle bir üslup, eh okunuyor da anladığım kadarıyla. O toplardan biri de bendim.

H.A.: Peki başarılı bir gazeteci mi Ahmet Hakan? Her topa atlamak başarı getirir mi?

M.B.: Şu anda çok okunan bir yazar. Çok satan bir gazetenin önemli yazarı.

H.A.: Halk bunu mu istiyor yani?

M.B.: Halkın ne istediğini bilmiyorum, ama halk ne istediğini seçimlerde belli ediyor. Tayyip Erdoğan'a verilen oya, 1 Kasım'da Ak Parti'ye verilen oya baktığınız zaman Ahmet Hakan'ın yazdıklarının halkın beklentileri ile aynı olmadığını görüyorsunuz.

H.A.: Ahmet Hakan, şimdilerde Ethem Sancak'ı yazıyor sık sık. Bir medya patronunu kendi köşesine taşıyor. Bununla ilgili ne söylenebilir?

M.B.: Ethem Sancak ile Aydın Doğan arasındaki ayrılık Ahmet Hakan'ın yazılarına yansıyor. Ben olsam yapmazdım.

HASAN CEMAL VE CENGİZ ÇANDAR'A ÇOK ŞAŞIRDIM

H.A.: Hasan Cemal'e Tayyip Erdoğan'ın 'Abi' dediği zamanlar vardı. Şimdi ise kaleminden kan damlıyor. Her şeyin sebebi Erdoğan diyor. Bunu öfke diye mi adlandıralım, kin diye mi?

M.B.: Ben de çok şaşırdım. Sadece Hasan Cemal'de değil, arkadaşım Cengiz Çandar'da da görüyorum. Gezi olayları başladığı sabah sosyal medyadaki mesajlarla her şey değişti. Sanki bir işaret geldi bir yerden. Tayyip Erdoğan bitti diye. Ey halkım ayaklan filan diye mesajlar yayımlamaya başladılar. O güne kadar Tayyip Erdoğan'ı destekleyenlerin Gezi ile tam tersine dönmesi beni şaşırttı. Bir işaret gelmişti her halde. Bitti sandılar. O sırada Kuzey Afrika gesizindeydi, döndü, 2 milyon kişiyi topladı ve Gezi'yi bastırdı.

CAN DÜNDAR'IN YERİNDE OLSAM BEN DE BASARDIM O HABERİ

H.A.: Can Dündar, yine çok konuşulan isimler arasında. “Tutuklandık” isimli kitabında hep Erdoğan ya kızarsa, Erdoğan ne der, Erdoğan şunu söyler mi gibi yazıları var. Sinirli biridir tarzında. Bu bir kurgu mu?

M.B.: Bana bu konuda sordular, televizyonda da söyledim. Can Dündar'ın yerinde olsam belki ben de o haberi basardım. Bir gazetecinin haber seçiminde eğer arkadan gelmiş bir şey yoksa kimse karışamaz. Ama Harward Gazetecilik Okulunda okutulan birinci derstir: “Her gazeteciye atlatma haber gelir. İyi gazeteci o haberin kendisine neden verildiğini bilir. Çünkü bazı haberler bir takım siyasi ya da ticari rakiplerin birbirini yemesi için üretilir. Gazeteci bunlara alet olmamalıdır.” Can Dündar, kendisine verilen haberlerin neden verildiğini her halde biliyordu. Buna bakmak lazım.

Ama yine de ben olsam Can Dündar'ı tutuklamazdım. Değmez yani o kadar büyük uluslararası bir olay var ki... Irak, Suriye, Rusya... haritalar konuşuluyor. Can Dündar teferruat açıkçası. Bir gazetecinin tutuklanması hiç iyi değil. Ama Ortadoğu'da yaşıyoruz. Atalarımız Anadolu'da durmuşlar. Eğer devam edip İsviçre'ye filan gitselerdi belki başka olurdu.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BANA ABİ DER BEN DE ONA TAYYİP

H.A.: Biz biraz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı anlatır mısınız? Diktatör deniyor mesele onun için. Gerçekten diktatör mü? Sizin benim gördüğüm kadarıyla keyifli bir diyaloğunuz var. Yanağını okşadınız sayın Erdoğan'ın. Fotoğrafı çekilmişti o anın. Siz ne söylüyordunuz mesela o an? Ya da Erdoğan ne yapmıştı.

M.B.: Erdoğan'ın benden yaşı küçük. Eksik olmasın bana da 'Abi' der, ben de kendisine 'Tayyip' derim. Hukukumuz eskiye dayanıyor. O Trakya'da hapisteyken ben ziyaretine gitmiştim. AK Partili ya da Refah Partili olmamama rağmen, özgürlüğü elinden alınan bir insana destek vermek için gitmiştim. Hatta Turgut Özal'ın anılarını götürmüştüm hapishaneye. Tayyip Erdoğan sizin art niyetiniz olmadığını, kendisinden bir beklentiniz olmadığını bilirse farklı davranıyor. Buraya, bu eve de geldi defalarca. Dost olarak çok tatlı bir adam. Beraber şarkı bile söyler. Beraber Yürüdük O Yollarda şarkısını söyler mesela, onu da söylerken hep Emine Hanım'a bakıp söyler. Örnek bir koca yani. Dostluğunuz çıkar ilişkisine dayanmıyorsa, art niyetiniz yoksa, gayet iyi arkadaş, dost olursunuz. Tayyip Erdoğan ile benim ilişkim öyle. Yanağını okşamam da beden dilinin bir parçası. Siz de güzel bir şey söyleyin, sizin de yanağınızı okşarım. Torunlarımın da arkadaşlarımın da yanağını tutarım.

GAZETECİLİK DOKTORLUK GİBİ PROFESYONEL BİR MESLEK

H.A.: Medyada eskisi gibi yıldızlar yok. Çok keskin taraflar var. Sanki ikiye bölündük. Daha öncesinde böyle değildi. Bir hata mı var, böyle olmak zorunda mıydı?

M.B.: Profesyonellik çok önemli. Gazetecilik de doktorluk gibi, mühendislik gibi bir meslek. Şimdi gazetecilik çok masraflı bir iş. Medya bu profesyonelliği ikinci plana attı. Kamplaşmayı ilk plana aldı. Haberler o yüzden eksisi gibi cazip değil. Biz eskiden haber toplantısında Sabah'ta, Hürriyet'te filan, haber yaratmaya çalışırdık. Gazetecilik nedir, çok durağan bir olayı dinamik hale getirirsiniz. Bir arkadaşım vardı. Müteahhitlik yapardı mobilyacılığa geçti. Niye alan değiştirdin dedim farkında değil misin dedi, Türkiye köyden kente göç ile yerden yükseliyor dedi. Siniden yemek masasına... Yer döşeğinden somyaya geçiyor. Bu iş mobilya işi dedi. Mesela bakın çok statik bir olay, gazeteciler tarafından ele alındığında dinamik hale gelebilir. Bu unutuldu gazetecilikte.

BİRİLERİ ERDOĞAN'A KARŞI DAVUTOĞLU'NU TUTMAK İSTİYOR

H.A.: Ben Kanal 24'te çalışırken, o zaman Mustafa Karaalioğlu ilgileniyordu, özellikle Gezi olayları sırasında da sıklıkla televizyona çıkıp yorum yapıyordu. Sayın Cumhurbaşkanımıza yakın bir isimdi ama bir anda işler değişti. Elif Çakır, Mustafa Karaalioğlu ve Mehmet Ocaktan, ayrıldılar. Sonrasında da Karar gazetesini kurdular. Karar'ı takip ediyor musunuz? Nasıl buluyorsunuz?

M.B.: Tabii ki, Mustafa Karaalioğlu'nu da kutladım, başarılı olmasını diliyorum. Her meslektaşımın başarılı olmasını isterim. Ama burada çok ince bir ayrıntı var galiba. Geçmişte de oldu. Özal ile Mesut Yılmaz ayrılığında birileri Özal'ı bıraktı, Mesut Yılmaz'a gitti. Burada sanıldı ki Tayyip Erdoğan ile Davutoğlu birbirine zıt iki merkez... Davutoğlu'nu tuttuğunuz zaman Tayyip Erdoğan'ın karşısında olacaksınız sanıldı. Böyle izlenimler yaratıldı. Birileri Davutoğlu'nu, Tayyip Erdoğan'a karşı tutmak istiyor gibi.

H.A.: Özlediğiniz bir dönem var mı? Şu dönemde rahat bir gazetecilik yaptık, şu dönemde çok zorlanıyorduk gibi...

M.B.: Hep problemli yaşadık biz Türkiye'de buna da alıştık zaten

GENÇ GAZETECİLER İMKANLARDAN YARARLANMALI

H.A.: Peki yeni gazetecilere neler söyleyeceksiniz? İşsiz kalanlar var, sadece köşe yazarlarını konuşmayalım.

M.B.: Gazetecilik bir profesyonel meslek ben 19 yaşımda ilk köşe yazımı yazdım. 22 yaşında Cumhuriyet gazetesinde dış politika yazarı oldum. O zaman şunu düşünmüştüm. Ortadoğu'da bir gazetecinin başarılı olması için İngilizce bilmesi şart, Arapça bilmesi şart, Rusça bilmesi şart, Farsça bilmesi şart. Rusça hocası tuttum. İki sene ders aldım. Fars kültür derneğine yazıldım. Lingofon aldım Fransızca çalıştım. Çok çalışmak gerekiyor bir kere. İki, çok okumak gerekiyor. Size Demokrat Parti'nin dört kurucusu kimdir diye sorsam... Şimdi bu yaşadığımız bir olay. Refik Koraltan'ı, Fuat Köprülü'yü, Adnan Menderes'i, Celal Bayar'ı, bir gazetecinin tak diye sayması lazım. Genç gazeteciler bugünü anlamak için dünü mutlaka bilmek zorundalar. Geçmişi, yakın tarihi, yaşadığımız tarihi bilmek zorundalar. 1946'yı yaşamış pek çok insan var toplumumuzda. Onlar da okuyucu. Eğer okuyucular, yazarın kendisinden daha az deneyimli olduğunu hissederse çok kötü not verir. O yüzden çok çalışması çok okuması lazım. Dış basını takip etmesi lazım. İnternet sayesinde şimdi daha çok imkan var. Ben her sabah Wall Street Journal'i, New York Times'ı okurum. İspanyol ABC'yi okurum. İspanyolca'yı çeviriyor google. Mutlaka Komsomolskaya Pravda gazetesinin manşetine bakarım. Böyle bir ufuk var şu an. Bu ufuktan genç gazeteci iyi yararlanırsa ve kendini hiziplere kaptırmazsa başarılı olur.

AYDIN DOĞAN'IN TERÖR ÖRGÜTÜNE DESTEK VERMESİ OLACAK ŞEY DEĞİL

H.A.: Sizin Ertuğrul Özkök ile oldukça seviyeli bir polemiğiniz var. Kimse kimseye küfür etmiyor en azından. Özkök, Sayın Erdoğan ile ilgili bir kaç yazı yazdı. Ardından bir kısım okur dedi ki Özkök döndü. Böyle yaftalamalar olacak mı?

M.B.: İdeolojiler ikinci planda kaldı artık, çıkarlar daha önde. 1 Kasım seçimleri sonrasında, Hürriyet'in politikası AK Parti politikası oldu. Ne zaman ki Aydın Doğan ile ilgili POAŞ iddianamesi yayımlandı, yine değişti Hürriyet. Burada ideoloji değil çıkarlar ön planda.

H.A.: Aydın Doğan ile ilgili yazılanlar arasında terör örgütüne yardım ve yataklık iddialar var. Siz buna inanıyor musunuz?

M.B.: İnanmıyorum. Ben Aydın Doğan ile Milliyet'te 7 yıl çalıştım. 28 Şubat'tan sonra Posta'da 2 yıl yazdım. Aydın Doğan benim arkadaşım da, kendisi ile sık sık buluşur konuşuruz da. Terörist filan. Olacak şey değil. Aydın Doğan çok hızla büyüyen bir iş adamının karşılaşacağı bütün sorunlarla şu an karşılaşıyor. Bir de Ortadoğuluyuz diyorum ya... Bundan bir kaç sene önceki basın patronlarını hatırlayın: Cem Uzan... Şimdi nerede? Dinç Bilgin... Nerede? Akın İpek... Nerede? Yok. Burası Ortadoğu. İnsanların, özellikle basın patronlarının, Ortadoğu'da meslek icra ettikilerini hiç unutmamaları lazım. Devletten büyük kabadayı yok burada.Devletle ilişkilerinizi mutlaka hukuk çerçevesinde götürmeniz lazım.

AK PARTİ'NİN DE İNİŞE GEÇTİĞİ BİR DÖNEM OLACAK

H.A.: Kemal Kılıçdaroğlu hiç evinize geldi mi?

M.B.: Hayır. Kılıçdaroğlu ile bir kere konuştum. Uçakta beraber yolculuk yaptık. Uçakta benim önümdeki koltukta oturuyordu. Halk Partililer kalkıp koltuklarından bana geldiler. Kemal Kılıçdaroğlu, 'Sayın Barlas, herhalde bizim partililer ile konuştuktan sonra siz de Halk Partili olmuşsunuzdur' dedi. Ben de 'Siz daha doğmadan önce benim babam CHP'nin bakanıydı' dedim.

H.A.: Ak Parti'ye karşı bir alternatif çıkar mı siyasette. Meral Akşener'in şansı olabilir mi mesela?

M.B.: Hiçbir iktidar sürekli değil. AK Parti'nin de inişe geçtiği bir dönem olacaktır. Rakibi kim olur bilmiyorum ama o da bir zaman gelince inişe geçecek.

1997 YILINDA PARALEL YAPININ TEHLİKESİNİ FARKETTİM

H.A.: Paralele Yapı ile mücadele yapıyor Türkiye şu an. Biz bu yapıyı daha önce nasıl oldu da göremedik. Gördük, farkettik de dile mi getiremedik?

M.B.: Ben farkettim, 28 Şubat darbesinde Sabah'ta susturulduktan sonra Zaman'da 1 hafta çalıştım. Daha modern daha ileri bir gazete yapalım diye. Yazı İşleri toplantısına katıldım. Ertesi sabah gazeteyi aldım elime, hiç bizim yaptığımız gazete değil. Bu nasıl böyle oldu dedim, 'Hocaefendi beğenmedi gece değiştirdi' denildi. Ben de dedim ki 'Hocaefendiye söyleyin, eğer hoca ise camiye gitsin, gazeteciyse buraya gelsin' dedim. Ertesi gün iki adam Yazı İşleri toplantısına katıldı, bir gün sonra da gazetenin o zamanki sahibi, 'Mesut Yılmaz'ı eleştirmişsin, onu eleştirmeyin' dedi. İstifa ettim ben de. Sonra televizyona çağırdılar, Kanal 7'ye, 'Zaman'dan niye ayrıldın' diye sordular. Ben de 'bir insan hayır işi diye mesela mahalleye çeşme yaptırıp su getirirse, ama musluktan su yerine lağım akarsa o iş hayır işi olur mu' diye sordum. 'Zaman'daki gazetecilik de böyle bir şey' dedim. Yıl 1997'ydi daha.

TÜRKİYE GÜLEN CEMAATİ İLE MÜCADELEDE HATA YAPIYOR

H.A.: Paralel yapı ile mücadele Türkiye'ye zarar verdi mi peki?

M.B.: Türkiye bir hata yapıyor. Terör örgütü olarak sunduğu için. Madem ki Gülen orada yaşıyor, mali yolsuzlukları, kara para aklamayı, himmet diye toplanan paraları nerelere aktardığını ön plana alsa Türkiye, Gülen Amerika'da barınamaz. Böyle bir hata yapıyoruz.

H.A.: Ama aranıyor şu an Gülen ve iadesi de isteniyor.

M.B.: Ama FETÖ terör örgütü olarak. Mali yolsuzluk davası var, okullarına usulsüz destek almış ve usulsüz harcamış, bu davalar üzerine eğilmeli Türkiye.

CEMAATTEN GELİP "BİRAZ SABREDİN İLERİDE
HER ŞEY BİZİM OLACAK" DEDİLER

H.A.: Siz erken bir zamanda farkettiniz ve dile de getirdiniz. O zaman sizinle görüşmek isteyenler olmadı mı?

M.B.: Ben Zaman'dan ayrıldığım zaman Cemaat'te birileri geldi. 'Sayın Barlas niye bırakıyorsunuz' dediler, 'biraz sabredin ileride herşey bizim olacak' dedi.

H.A.: Bundan sonra ne olacak?

M.B.: Gülen'in istikbali çok parlak değil maalesef.

H.A.: Rıza Zarrap Amerika'da yakalandı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

M.B.: 17-25 Aralık operasyonu, tıpkı daha önce MİT Müsteşarına yaptıkları gibi bir darbe girişimiydi. Gülen Cemaati tarafından hazırlanan ve Halk Bankası hedef alınarak yapılan bir operasyondu.

H.A.: Türkiye bunun önünü neden kesemedi, neden farkına varamadı bunların?

M.B.: Bu sadece içeriden yapılan bir operasyon değildi çünkü. O sırada Türkiye İran Ambargosunu deliyordu. Belli ki Amerika'yı sinirlendirmişiz. Gülen de Amerika'da yaşadığı için düşünün.

Günün Önemli Haberleri