Kürkçü'den baraj açıklaması: AKP ve CHP'nin...
Abone olHDP Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü çözüm sürecinin geldiği noktayı internethaber.com'a anlattı
NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
Çözüm sürecinin yerinde saydığını
söyleyen Kürkçü, AKP'nin savaş perspektifinden çıkışı hala
benimsememiş göründüğünü ifade etti.
Hükümetin çözüm sürecinin başında "baldıran zehri
içeceğiz" dediğini hatırlatan Ertuğrul Kürkçü, ortada
baldıran zehri görünmediğini söyledi.
Çözüm sürecinde gelinen noktada Bülent Arınç'ın "çözüm
olmasaydı daha iyi" cümlesini ağzında gevelediğini ama
hükümetin tam olarak bunu söylemediğini ifade eden Kürkçü,
"ama sonuçta bu yürüyen süreci bir terörle mücadele pratiği
olarak gördükten sonra maalesef hiçbir adım atılamaz. "
dedi.
Ertuğrul Kürkçü'nün açıklamaları
şöyle:
Heyet Öcalan'la görüşeli 16 gün oldu, Kandil'in mesajı hala
Öcalan'a iletilemedi, hükümetle heyet arasında yapılacağı söylenen
görüşmeler yapılamıyor. Süreç ne aşamada?
BİR ÇIKIŞ PLANINIZIN OLDUĞUNU BİLMEMİZ
LAZIM
“Çözüm sürecinin” Adalet ve Kalkınma
Partisi'nin tereddüt ve açmazlarından ötürü çok ağır bir tempoyla
yürüdüğünü hatta yerinde saydığını söyleyebilirim. Şu anki durum
bu. Buradaki asıl büyük mesele, AKP tarafından bir savaştan çıkış
perspektifinin hala benimsenmemiş ve ortaya konmamış oluşudur.
Sayın Öcalan hem en başında, ilk görüşmelerde daha genel hatlarıyla
ifade ettiği 4 aşamalı bir savaştan çıkış planı ortaya koydu hem de
son görüşmede 4 Bölüm ve 66 Maddeden oluşan bir süreç tanımı yaptı,
bir müzakere zemini yarattı. Bunların çok önemli gelişmeler
olduğunu düşünüyorum. PKK, KCK ve Öcalan tarafına baktığınızda
bütün unsurların yanyana gelerek tek bir plan üzerinde
buluştuklarını ve nihai sonuç için bir görüşme teklif ettiklerini
görüyoruz. Müzakere sürecine yakışan da budur. Muğlak lafları
ortada gezindirerek ya da aslında sürecin bir çözüm süreci olmayıp
bir terörle mücadele süreci olduğundan dem vurarak bir çözüm süreci
yürütemezsiniz. Eninde sonunda bir çıkış planınızın olduğunu
bilmemiz lazım ve bu çıkış planı da eski duruma dönmekten ibaret
olamaz. Gücün paylaşımı, yetkinin paylaşımı, iktidarın paylaşımı,
egemenliğin paylaşımı, bunların bütün yurttaşlarla birlikte
paylaşımı esastır.
KÜRTLERİ KÜRTLÜĞE GÖMMEK
İSTİYORLAR
Türkiye, daha demokratik bir yönetime kavuşmadığı taktirde,
Kürtlerin taleplerinin gerçekleşmeyeceği ortada olduğuna göre,
çıkış planının mutlaka demokratik dönüşümleri içermesi şart.
Öcalan, sunduğu çerçevede ekolojiden kadınların özgürlüğüne kadar
bu dönüşüm önerilerini ortaya koyuyor. Hükümetten gelen reaksiyon
ise; "Bunların çözümle ne alakası var." Onlar,
Kürtleri Kürtlüğe gömmek ve çözümü Kürtlerin en minimal, en alt
talebine bağlamak istiyorlar ama Kürtler bütün Türkiye'ye
sesleniyor, ortak, eşit, demokratik, adil bir çoğul yaşam talep
ediyorlar.
HER GÜN TELEFONLARIMIZI DİNLİYORLAR,
DAVUTOĞLU BİLMEZ Mİ?
Çözüm meselesinin bir türlü sonuca kavuşmaması, masa başına somut
taleplerle gelinememesi kısmen de bundan. O nedenle hükümetin,
düşündüğünü, taşındığını, bu süreci HDP ile yönetmenin maliyetini,
hak taleplerini karşılamaya çalışan bir çözüm planıyla ortaya
çıkmanın risklerini hesap etmeye çalıştığını ve karşısına çıkan
tablodan ürküp geri kaçtığını düşünüyorum. Yoksa Halkların
Demokratik Partisi'ni “cemaate yakınlık”la,
“darbeye çanak tutmak”la suçlamanın ne aslı ne
astarı olduğunu Davutoğlu bilmez mi, Efkan Ala bilmez mi? Her gün
telefonlarımızı dinliyorlar, ne konuştuğumuzu, ne hayal ettiğimizi
biliyorlar. Bunun bile bile lades olduğunu söylemek lazım.
DİYALOG YAPABİLİYORUZ BUNU
ANLADIK
O nedenle süreçteki tıkanmanın esasen, soldan, demokratik,
sosyalist güçlerden, Kürt hareketinden, KCK'den değil, hükümetin
kendi açmazlarından, onun son dere daraltılmış egemenlik
anlayışından kaynaklandığını söyleyebilirim. Bu esaslı bir problem.
Bir gün buraya geleceğimiz belliydi. Çünkü, sonuçta diyalog,
diyalog, diyalog... Diyalog yapabiliyoruz bunu anladık. Şimdi,
diyaloğun içini şekillendirmek yani müzakere zemini oluşturmak ve
topluma bir çıkış planı göstermek gerekiyor. Sıra buna geldiğinde
AKP'de herhangi bir hareket ne yazık ki yok.
KAMU OLMAYAN YERDE KAMU DÜZENİ NİYE
OLSUN
Hükümet “kamu düzeni” diye tutturmuş. Kamu
düzeni derken tam olarak ne kastettiklerini ben anlamadım.
"Hükümetin emirlerine bütün yurttaşlar uyacak"
demek mi istiyorlar, yoksa "var olan Anayasa ve yasalar
çerçevesinde halkların taleplerini ve çözüm seçeneklerini ortaya
koyma ve bu çerçevede Anayasanın değişmesi için çaba gösterme
özgürlüğünü mü?" Kamu düzeni budur. Kamu olmayan bir yerde
“kamu düzeni” niye olsun. Kamu dediğimiz şey, bir manada halk, bir
manada da insanın eviyle devlet kapısı arasındaki bütün alandır. Bu
alan sokak demek, bu alan meydan demek, bu alan gazete, dergi
demek, bu alan toplantı, gösteri demek, bu alan düşünce merkezleri
demek. Neresinden bakarsanız bakın kamu alanı tartışma alanı demek.
Hükümet "tartışmayın, herkes konuşmasın" diyor.
Tam tersine, "Herkes konuşsun" dememiz lazım.
Herkes konuşmazsa o kadar çok üzerinde durulan “üçüncü
göz” nasıl oluşacak.
BALDIRAN ZEHİRİ
İÇECEKLERDİ...
Hükümet çözüm için üzerine düşeni yapıp bir plan ortaya koymuyor, kendi endişelerini süreçle ikame etmek istiyor. Sonunda “baldıran zehri” bile içeceklerdi ya, ben ortada baldıran zehri falan görmüyorum, onu içeceklerini hiç düşünmüyorum. Onu yapmasalar da biraz kenara çekilip bu toplumda başkalarına da yönetimde yer açmayı düşünseler çok iyi olur; çünkü başka türlü bir çözüm yok.
-Seçim öncesi bir oyalama mı var, neden görüşmeler
aksadı, Öcalan'la görüşmeye neden gidilemiyor?
HÜKÜMET ÇİFT BAŞLI HALE
GELDİ
Biz heyetimizin görüşlerine çok önem veriyoruz, onlar değerlendirmelerini bizimle paylaşıyorlar. Bize aktarılan bilgiye göre, heyetimizde bir ağırdan alındığı izlenimi var. Ama bu bütünüyle bir oyalama olmaktan çok hükümetin kendi içinde bu konuda bir karar oluşturamamasıyla da ilgili. Hükümet şimdi çift başlı hale geldi. Sorumsuz ama kendini siyaseten sınırsız yetkili gören bir Cumhurbaşkanı, öte yandan bütün sorumluluk sırtında ama yetkilerini fiilen devretmiş bir Başbakan var, bu süreci yürütmekle görevlendirilmiş olan devlet Bakanı var, bu sürecin sözcüsü diye ortalarda gezen, ne dediğini bilmeyen, bildiği yanıldığına yetmeyen bir Bülent Arınç var. Böyle olunca elbette bir karara varmaları güçleşiyor.
-Karara varmak istiyorlar mı?
ARINÇ AĞZINDA GEVELEDİ, HİÇ ÇÖZÜM OLMASAYDI DAHA
İYİ
Bu konudan da ben emin değilim. Çünkü, süreç çözüme kavuştuğunda
varacağı toplumsal-politik durum konusunda hiçbir zihin
antremanları olmadığını anlıyoruz. Aslında bugüne kadar süreçle
ilgili çözümcü bir şekilde yalnızca Öcalan konuştu, ortaya
perspektifler koydu. Hükümet aslında Öcalan'ın dilini ve
terminolojisini devraldı fakat çözümün içeriği hakkında bugüne
kadar bir görüş ifade edemedi. Ben esas duraksama kaynağının bu
olduğu kanaatindeyim. Hükümet git gide güvenlik birimlerinin
desteğine daha çok muhtaç kalıyor. Bu yüzden askeri-polisiye
kaygılar, güvenlik kaygıları hükümetin başlıca düşünce normu haline
geldiği için de çözüme doğru adım atmıyor. Kaygınız güvenlik olunca
çözüm sizin için bir risk haline gelir, “hiç çözüm olmasa
daha iyi” demeye başlarsınız. Arınç ağzında gevelediyse de
hükümet henüz bunu demedi, ama sonuçta bu yürüyen süreci bir
terörle mücadele pratiği olarak gördükten sonra maalesef hiçbir
adım atılamaz.
Bir şeyi anlamanın ilk adımı onu adlandırmaktır. Bu süreci barış ve
çözüm, yeni düzen olarak adlandırmazsanız, buna, terörle mücadele
derseniz sizin ufkunuz bir polis şefininkinden daha uzağa açılamaz.
Tabii, nispeten demokratik ülkelerde demokratik zihniyetli polis
şefleri de vardır ama Türkiye'deki polis kültürünün başlıca
özelliği bu değil. Orduyu zaten biliyoruz, istihbaratı biliyoruz,
dolayısıyla ordu, polis, özel istihbarat unsurlarının kafa kafaya
verdikleri bir çözüm masası neredeyse bir çözümsüzlük masasına da
dönüşebilir. Problem budur bence.
Öcalan son mesajında darbe mekaniğinden bahsetmişti, iki
gün önce Hatip Dicle Öcalan'ın "sabrımın sınırındayım" dediğini
açıkladı. Bunları birleştirdiğimizde, Öcalan'ın nihai hedefe
ulaşmayı düşündüğü süre uzarsa nasıl ilerler çözüm süreci ya da
ilerler mi, buradan bir gerginlik olduğunu anlaşılıyor değil
mi?
BÜYÜK MESELE, HALKIN DA SABRININ SINIRINA GELMİŞ
OLMASI
Evet bir gerginlik var çünkü süreç tek yanlı olarak ilerletilmeye çalışılan bir ilişki halini aldı ve gerilim bu sınırlara geldi. Öcalan'ın "sabrımın sınırına geldim" demesi doğal. Öcalan'ın hiçbir şekilde müzakerenin gerçekleşmesi ve anlamlı bir şekle ulaşmasının peşinde koşmaktan vazgeçmeyeceğini düşünüyorum. Buradaki daha büyük mesele halkın da sabrının sonuna gelmiş olması. Çünkü iki yıldır Kürtler bütün umutlarını müzakere masasının kurulmasına ertelediler, bekliyorlar ve bu süre içerisinde de daima darbe yiyorlar, hırpalanıyorlar, toplantıları, gösterileri önleniyor, evlatları öldürülüyor, mezarlıkları tahrip ediliyor. Bunca fedakarlığın bir karşılığının olmadığı koşullarda insanların hissiyatının ne olabileceğini 6-8 Ekim tarihlerinde gördük. Hükümet bu halk ve öfke kabarmasını başka şeylere yoracağına kendisiyle, amaçlarıyla, mücadelesiyle alay edildiğini düşünen halkın süreçten nasıl kopabileceğine dair bir tehlike sinyali olarak görse daha iyi olur. Böyle bir tehlike var. Hiç kimseyi sonsuza kadar oyalayamazsınız. Toplumu değişime çağırdıktan sonra onlara değişimden vazgeçmelerini ya da değişim denen şeyin aslında rejimin antidemokratik değişimi olacağını, çözümün padişahın cülusuna kadar erteleneceğini söylerseniz size verilecek cevap bellidir.
-Seçime parti olarak girme kararı aldınız, barajı
geçebileceğinizi düşünüyor musunuz, geçerseniz ne olur,
geçemezseniz ne olur?
BU RİSKİ ALIYORUZ
Evet doğru, parti meclisinde bu kararı aldık. Biz barajı geçme kapasitemizi gördüğümüz için bu kararı aldık. Yükselen bir eğri üzerindeyseniz, bu hakikat ortada duruyorsa, politikayı nesnel olarak ileriye doğru taşıma imkanı doğmuşsa, bu sizin önünüzde bir veri halinde duruyorsa siz artık önceki hesaba geri dönemezsiniz. Sizin toplumsal onay düzeyiniz x iken bir şey söylersiniz; ama artık x+4'e gelmişseniz karşınıza başka, daha yüksek bir hedef koymanızdan daha doğal bir şey olamaz. Politika cesaretle yürütülmesi gereken ve risk almayı da içeren bir süreç. Biz bu riski alıyoruz. Bu riski aldığımıza göre de bunun gereğince mücadele edeceğiz demektir. Onun için biz "barajı geçemezsek ne olur"u tartışmıyoruz, "geçersek ne olur"u tartışıyoruz.
-Ne olur geçerseniz?
AKP VE CHP'NİN KORKTUĞU
OLUR
Geçersek AKP ve CHP'nin korktuğu olur. Biz meclise 60-70 milletvekili ile geliriz AKP anayasal çoğunluğunu kaybeder, CHP de bazı milletvekilliklerini kimi yerlerde kaybedebilir. Bizim barajı geçemememiz kuşkusunu insanların aklına sokmak daha çok onların bir siyaset stratejisi olabilir, biz ise insanlara güven aşılamakla yükümlüyüz bu yolda devam edeceğiz.
-Öcalan'ın hükümetle anlaştığı, AKP'ye Anayasa
değiştirecek milletvekili sayısını sağlamak için seçime parti
olarak girdiğiniz söyleniyor, buna ne diyeceksiniz?
OMUZLARI ÜZERİNDE BALKABAĞI TAŞIYAN TUHAF
YARATIKLAR
Öcalan'ın bir halk önderi olduğunu ve Halkların Demokratik Partisi'ninkinden ayrı bir kaderi olmadığını, onun da HDP'nin harcında hatırı sayılır bir payı olduğunu unutmamak gerek. Partimizin bir programı ve stratejisi var; partimizin omuzları üzerinde balkabağı taşıyan tuhaf yaratıklarca değil, zeka, şahsiyet, onur ve sorumluluk sahibi insanlarca yönetildiğini; halkın arasında yaşadığını ve onun tarafından denetlendiğini hatırlatmak isterim. Kimse bizim ve halklarımızın zekasıyla dalga geçmeye kalkmamalı.