Bu hikaye sizi ağlatacak!

Abone ol

Onun gözleri yok ama görüyor. Hem de gören insanlardan daha fazlasını. Dünyaca ünlü ama kendi ülkesinde neredeyse hiç tanınmayan Eşref Armağan'ın hikayesi de kendisi kadar mucizevi.

Onun hikayesinin bir örneği daha dünyada yok. Sadece hikayesi değil, kendisi de dünyada tek. Çünkü onun gözleri parmak uçlarında...

Bu haberde sadece gözleri görmeyen bir adamın resim yaptığı haberini okumayacaksınız. Bu haberi okurken, dünyada başarılamayacak hiçbir şeyin olmadığını göreceksiniz. Bu haberi okuduğunuzda engelin sadece içinizde olduğunu fark edeceksiniz. Bu haberi okuduğunuzda içinizde, beyninizde düşüncelerle yer etmiş bütün kafesleri tek tek kıracaksınız. Bu haberi okuduğunuzda mucizeleri yaratanın insanın kendisi olduğunu, düşüncelerin eyleme dönüştüğünü, şu hayatta becerilemeyeck bir tek işin olmadığını anlayacaksınız. Bu öyle sıradan bir olay değil. Bu, insan beyninin neler yapabileceğine bir kanıt.

FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYIN

 

Eşref Armağan...

Doğuştan görme engelli bir ressam. Bir gözü hiç oluşmamış. Yani dünyaya tek bir gözle gelmiş, o da görmüyor. Siz görmüyor dediğimize bakmayın, o aslında görmek için göze ihtiyaç duymamış. Çünkü vücudunda olması gereken yerde olmayan iki organını, 10 parmak ucuna birden yerleştirmiş. Yani ona "kör" deseler de inanmayın. Çünkü onun tam 10 tane gözü var.

'The Colors of Darkness' isimli ödüllü belgesele konuk olmuş, ayrıca Real Super Humans isimli belgeselde de aynı şekilde kendisinden ayrıntılı bir biçimde bahsedilen Eşref Armağan, hiç görmediği nesneleri dokunduktan sonra resmedebilme yeteneği nedeniyle Harvard Üniversitesi nöroloji bilim dalında görev yapan profesörler tarafından beyin fonksiyonlarını incelenmiş, bunun sonucunda Eşref Armağan'ın bir nesneye dokunduğunda beynindeki görülen cisimlerin algılanması ie ilgili bölümün harekete geçtiğine şahit olmuşlar, dokunmayı kestiğinde ise beynin algılama kısmının hareketsiz kaldığına. İşte bu deney sonrası daha iyi anlaşılıyor ki, bu mucize adamın gözleri gerçekten parmak uçlarında. Hakkında ünlü İngiliz bilim dergisi New Scientist'te makale yayınlanmış. Ülkemizde kendisine yeteri kadar önem verilmemiş olması, inanın çok büyük bir kayıp. 

Hikayesi, hatırlayabildiği ilk anısıyla başlıyor. Eşref, 4 yaşında bir çocukken anlamış görme engelli olduğunu. Nasıl anladığını duyduğunuzda gözyaşlarınızı tutamayacaksınız. İsterseniz hikayenin başlangıcını ondan dinleyelim:

"4-5 yaşlarındaydım. Evde, sokakta, herkes bana "Dikkat et Eşref" diyordu. Sokağa çıktığımızda hep benim elimi tutarlardı, tek başıma yürüyemez, gezemezdim. Her zaman "Önüne bak Eşref" derlerdi. Fark ettim ki, babam anneme, annem de babama hiç böyle şeyler söylemiyorlar. Hep benim yürürken önüme dikkat etmem gerektiğini söylüyorlardı. O zamana kadar görmediğimi nereden bilebilirim. O zaman babama sordum: "Baba sen neden anneme dikkat et demiyorsun, bana hep dikkat et diyorsun?" diye... Babam, "Oğlum çünkü annen görüyor, sen görmüyorsun" dedi. Ağladığını hatırlıyorum. Benim gözlerimin oluşmadığını bana anlatmaya çalıştı. Ben hep merak ederdim, lambayı yaktıklarını söylediklerinde, bu lamba ne işe yarıyor diye sorardım onlara, karanlık olduğunu anlatırlardı. Güneş doğunca aydınlık olduğunu anlattı babam."

Eşref Armağan bu hikayeyi anlatırken gözlerim doldu... Bir baba için çocuğuna gözlerinin görmediğini anlatmak ne kadar zordur diye düşündüm. Ama o baba Eşref Armağan'ın bugün dünyada "tek" olmasını sağlamış bir baba. Babam sayesinde öğrendim her şeyi diyor, babamın bana duyduğu güveni hissettiğim için başardım tüm bunları.

Eşref Armağan, 12 yaşına geldiğinde, artık gözlerinin görmediğini, diğer insanlardan farklı olduğunu iyice anlayacak yaştayken, kendi kendine, "bu asla değiştiremeyeceğim bir şey, ben hiçbir zaman göremeyeceğim, bunu kabullenmem gerekiyor" diye düşünmüş. Ama gözlerim görmüyor diye bir köşeye çekilip oturmamış. Yaşadığı dünyayı, dünyada var olanı, yaratılan her şeyi öğrenmek istemiş. Bir merak düşmüş Eşref'in içine. Öyle bir merak ki, bugün bilim adamları onun beyninin mucizesine tanık oluyor.

Gözleri haricinde bütün duyu organlarını devreye sokmuş Eşref Armağan. Ve bu başarısını anlamak için aslında onun şu cümlesini okumak yeterli. "İnsan bir şeyi başarmak isterse, öğrenmek için azmederse, inatçı olursa, bıkmazsa, öğrenmek isterse her şeyi başarabilir." 

Eşref Armağan'ın her şeyi öğrenme merakı, yediklerinin neye benzediğini, eşyaların nasıl şekillerini olduğunu öğrenmesi hiç kolay değildi. Öyle ya hiçbir şeyi görmemişti ki... Siz öyle sanın. O, gören gözlerin başaramayacağını başardı. "Öğrenmek istiyordum, bir bina neye benzer, uçak nasıl bir şeydir, acaba bir gemi nasıldır? Bunların maketlerine ihtiyacım vardı, ama maketi elime aldığımda bile onun ne olduğunu bilemiyordum ki. Tamam elimde bir uçak maketi var ama, bu renk renkte olur, nasıl durur, başka rengi var mıdır, altı yönden nasıl görünür, üzerindeki detayları nelerdir, bunların hepsini öğrenmem gerekiyordu, bunun için de gören insanlara ihtiyacım vardı" diyor. "Dokunmadığım bir şeyi bilebilmem imkansız" diye ekliyor.

 

İşte tam bu noktada babası devreye giriyor. Hani oğluna gözlerinin görmediğini anlatırken ağlayan o muhteşem baba. Eşref Armağan'ın babasının bir sobacı dükkanı var. Eşref, bütün gününü babasıyla burada geçiriyor. Bir gün babası, tavanda kelebek var deyince, Eşref kelebeğin neye benzediğini merak edip, babasından onu alıp ellerine vermesini istiyor. Babası bunun mümkün olamayacağını çünkü kelebeğin çok nazik olduğunu, ellerine alırsa ölebileceğini söylüyor. Ve oğlunun merakını gidermek için, kırtasiyeden bir boyama kitabı alıp, içindeki kelebek resmini kesiyor, bu resmi bir tahtanın üzerine koyarak etrafını çiviyle kazıyor ki oğlu kelebeğin neye benzediğini öğrenebilsin. Bakar mısınız, bir baba göremeyen oğluna kelebeğin neye benzediğini anlatmak için, bir oyma ustası gibi kelebek işliyor tahtanın kalın bedenine... Ve Eşref Armağan, babasının kendisine nasıl bir armağan hazırladığından habersiz dokunuyor tahtaya... Önce tek elini kullanarak kelebeği tanımaya çalışan Eşref pek de bir şey anlamıyor. Sonra iki eliyle birden dokunuyor ve o zaman anlıyor ki ondan iki gözü esirgediğini tahmin edeceğiniz Tanrı, aslında gözlerini parmak uçlarına yerleştirmiş. 

Hiç eğitim almamış Eşref Armağan, bütün yaptığı resimleri hissederek yapıyor ve kullandığı bütün teknikleri kendisi bulmuş.Parmak uçlarıyla dokunabildiği her şeyin resmini çizebiliyor. Sadece şeklini değil, perspektifini de yapabiliyor. Nesnelere ait gölgeleri çizebiliyor. Gören bir ressam kadar güzel açılar veriyor resimlerine.. Öyle ya 10 gözle birden bakıyor bütün nesnelere...

Babasının iki gözü de onun gözleri olmuş. Babasından övgüyle bahsederken, babasının ona verdiği güven olmasaydı tüm bunları başaramayacağını söylüyor. Hiçbir zaman "yapamazsın, bırak sen dökersin, beceremezsin" dememiş babası. Hep desteklemiş oğlunu, hep güç vermiş, her şeyi bir başına yapmasını sağlamış. Babam yapmak istediğim her şeyi yapmama izin verirdi ama beni izlerdi bunu hep hissettim diyor Eşref. Böyle bir babadan olma, mucizevi bir evlat Eşref Armağan. 

Babasının, tahta üzerine oyduğu küçük kelebek kabartması onun hayatının dönüm noktası oluyor. Artık kabartma resimler de oyuncağı.. Yaptığı resimleri babasının esnaf arkadaşlarına göstererek merak ediyor tepkilerini, merak ediyor başarıp başarmadığını. "Sen mi çizdin, hadi canım bizi kandırma" dediklerinde yapabildiğini anlamış Eşref Armağan. O zamanlar görenlere çok ihtiyacım vardı diyor. Gerçekten başarıp başarmadığını anlamak için. Ama sadece çiziyor, bu sefer de renklendirmek istiyor resimlerini, her seferinde babasından hangi renge ihtiyacı varsa onu istiyor. Ama sonra babamı yormaktan vazgeçtim, boyaları bir sıraya koydum, o zaman ki kuru boyaların sırasını şimdi akrilik tüpler almış. Sıralaması hiç değişmemiş ve kimseden yardım almadan boyuyor resimlerini. Fırça kullanmıyor, boyaları parmak uçlarıyla değdiriyor tuvale. Daha önce bir macunla resimlerinin sınırlarını belirleyen Eşref, keşfettiği yorgan ipiyle yapıyor artık resimlerinin çizimini.

Kalemi ve boyayı kullanmayı keşfedip, yeteneğini geliştirmeye başlayan Eşref, bu kez de daha fazlasını yapabileceğini hissetmiş olmalı ki nesnelerin gölgelerini çizmek istemiş. İlk zamanlar gölgeyi de nesnenin aynından yapan Eşref, babasına gösterdiği resmin nasıl olduğunu sorduğunda, babası "iki tane elma var burada" deyince, gölgenin nesnenin aynısı olmadığını anlamış Eşref. Gölge nasıl olur, ne renk olur, ne kadar büyük veya ne kadar küçük olur, rengi değişir mi, bütün gölgeler aynı mıdır bunları merak etmiş. Öğrenmiş de... Işık nereden gelirse gölge nereye yansır, gölgenin boyu ışığa göre nasıl değişir hepsini zihninde canlandırıp resimlerine yansıtmış. Tüm bunları yapabilen bir adamın gözlerinin görmediğine inanabilir misiniz?

Resimlerini gören Amerika'lı Joan, resimler karşısında büyülenerek yardım etmeye karar veriyor Eşref'e. Tam 20 yıldır Eşref'le birlikte Joan. Beklentisiz, sadece Eşref'e yardım etmek için, onun yeteneğini dünyaya tanıtmak için uğraşıyor. Tüm dünyayı dolaşıyorlar birlikte. Joan, Türkiye'de bir dahi var ve bu dahiyi bütün dünya tanımalı diye başlıyor Eşref'le çalışmaya. Birlikte yabancı ülkelerde sergi açıyorlar, görmeyen insanlara ve aslında 5 duyusu olup da kullanamayan insanlara insanın isterse neler başarabileceğini anlatması için tutuyor elinden Eşref'in. 

İtalya'ya gidiyorlar birlikte. Floransa Meydanı'nda bulunan ünlü rönesans mimarı Felipo Brunolesci'nin imzasını taşıyan vaftizhane binasının resmini çizmesini istiyorlar. Bu bina 600 yıl önce ''3 kaçışlı perspektif''le ilk kez yapılmış bir bina. Daha sonrasında 3 kaçışlı perspektifi çizmesi istenen tek kişi ise doğuştan gözleri olmayan Eşref Armağan.

Binanın maketini sadece 5 dakika elinde tutabilen Eşref, binanın resmini daha mükemmel çizince izleyen herkesi hayretler içerisinde bırakıyor. 600 yıl sonra, görebilen bir dahinin buluşunu, tabiri caizse yerle yeksan ediyor Eşref Armağan.

Dahası var, dünyanın en ünlü araba markalarından Volvo, Mart 2010'daki Genova Auto Show Fuarı'na dek kimsenin görmemesi gereken ilgi çekici bir reklam kampanyası yapmak istemiş ve görmediği için internetten Eşref Armağan'ı bulmuşlar. Eşref'in 8 gün boyunca arabaya ve maketlerine dokunmasını isteyen Volvo yaratıcıları, Eşref'in çizimleri karşısında dehşete düşmüşler. Eşref tüm bunları anlatırken, ülkesinde ona gereken önemi vermeyen bütün markalar, sponsorlar ve en önemlisi Kültür ve Turizm Bakanlığı geliyor aklıma.

Dünyaca ünlü bir ressam. Sadece ressam değil, bir dahi, dokunarak her şeyi resmedebiliyor. Sıradan çizimler değil, en az görebilen bir insan kadar olağan üstü resimler. bu adam babasından kalan 500 Türk Lirası kadar aylıkla geçiniyor desem inanır mısınız? Paranın çok sözünü etmek istemese de biraz kırgın olduğunu anlayabiliyorsunuz sözlerinden. Neden kendi ülkenizde kıymetiniz bilinmiyor, neden sizi yeterince tanıtmıyorlar, diye soruyorum, aslında bu konuda biraz kırgın ama çok da sözünü etmek istemiyor. Yanlış anlaşılabileceğinden korkuyor çünkü. "Başbakan beni Belediye Başkanı olduğu yıllardan bilir. Barış Manço ile birlikte Fatih'te bir sergi açmışlardı bana. Cumhurbaşkanı beni tanıyor, Kültür Bakanı tanıyor, hepsiyle görüştüm." dese de benim farkımda değiller diyor. Kültür Bakanı karşınızda olsa ona ne söylemek isterdiniz diyorum, ''başarımın, yaptıklarımın arkasında olmalarını isterdim'' diyor. Belki öldükten sonra eserleim kıymet görür, sanırım böyle olacak derken, "kör ölür badem gözlü olur" atasözünü hatırlayıp kahkahalar atıyoruz birlikte. 

Bir hayali var Eşref Armağan'ın. Bir galerisi olsun istiyor, hep açık olsun, herkes onun resimlerini hep görebilsin. Ama öyle bildiğiniz sıradan galerilerden değil. Zifiri karanlık olsun, insanlar galeriyi gezerken birbirlerini göremesinler, bir yere tutunarak, ya da bastonlarla ilerlesinler istiyor. Görmezlerin dünyasını anlasınlar diyor. Keşke olabilse derken içindeki istek resim olup yansıyor yüzüne.

Günün Önemli Haberleri