BIST 9.080
DOLAR 32,37
EURO 35,11
ALTIN 2.326,23

AK Parti’den Müslümanlara ne fayda gelir?

Size Japonya ile Çin'in hikayesini anlatmak istiyorum.

2 gün boyunca, Suat Kınıklıoğlu’nun başkanı olduğu STRATİM isimli düşünce kuruluşunun İstanbul’da düzenlediği 5. İstanbul Forumu’ndaydım.

Dünyanın pek çok ülkesinden gazeteci, aydın, emekli bürokrat ve eski siyasetçilerin katıldığı toplantı benim açımdan epey faydalı geçti.

Kavga etmeden, laf sokmaya çalışmadan, üste çıkma yarışına girmeden sakin sakin bölge sorunları konuşuldu.

Gayet zihin açıcıydı.

Size, 5. İstanbul Forumu’yla ilgili gözlemlerimi ve konuşulanlardan çıkardığım sonucu anlatmak istiyorum.

IŞİD, El Kaide gibi radikal İslamcı örgütler, bölge ülkelerinin durumu, Kürt sorununun geleceği ve Türkiye’nin istikameti konuşuldu.

Dikkat ettim: Batılılar, Ortadoğu’da ortaya çıkan IŞID gibi radikal örgütlere çok farklı bakıyorlar.

Tanımak, anlamak için çaba gösteriyorlar.

Fakat hâlâ meselenin tam olarak ne olduğunu kavramış değiller. Bu gibi yapıların temel dinamiklerini anlamakta zorlanıyorlar.

Elbette ilginç tespitleri var.

Fakat meseleye bizim kadar yakından bakıp, sorunun kaynağına nüfuz etmeleri kolay değil.

Çünkü biz bu tür örgütlerin ruhunu tanıyoruz. Onların öfkesine kaynaklık eden duyguyu iyi biliyoruz.

İslam, çatışmacı bir yorumla ele alındığında ne tür sonuçlar doğurduğunu yaşayarak gördük.

“Terörist” denilen kimseler uzaydan gelmiyorlar hepsi etrafımızda, yakınımızda, onları tanıyoruz.

Bu tür örgütlerin oluşmasına kaynaklık eden duygu ve düşünceler, bizim de hayatımızın bir parçası.

Batılıların silahlı çözümden ve bu yapılara daha büyük operasyonlar yapmaktan başka elle tutulur bir önerileri yok.

Bu konuda Batılıları suçlayamayız.

Suç, kendi sorununu çözmek için kafa yormayan, elini taşın altına koymayan Müslüman ülke yöneticileri, aydınları ve kanaat önderlerinindir.

Bu tür sorunları bizler kendimiz çözmeliyiz.

Çünkü dışarıdan gelen her müdahale, sorunu daha da büyütmekten başka bir işe yaramıyor.

***

“Bizler” diyorum ama asıl kastettiğim Türkiye.

AK Parti hem İslam Dünyası’na, hem Türkiye’ye, hem de İslam’a gerçekten kalıcı bir iyilik yapmak istiyorsa; 2009’a kadar sürdürdüğü demokrat çizgiye geri dönmek zorunda. 

Hatta İslamcılık adına mesafe kat etmek için bile demokratlığı benimsemek zorunda.

Barışçı çözümler ve barış yolunda kılavuzluk, ancak demokratik yöntemlerle mümkün.

Ona silah gönder, bunun mücadelesini yücelt, siyasi çatışmada taraf ol, iç savaşlara müdahil ol, yurtta ve bölgede kutuplaşmalarda rol oyna… Bu yolun sonu karanlık.

Bu kadar ölümün, göçün, yoksulluğun vebalini çekemeyiz.

İslam Dünyası’nın karanlıktan çıkmak için bir yön göstericiye ihtiyacı var.

Türkiye, özellikle de Türkiye İslamcıları, İslam’ın temel değerleri ile çelişmeyen modern hayat şartlarına uyumlu bir yaşam tarzı ve yönetim biçimi ortaya koymalılar.

Bunu gören diğer Müslüman ülke halkları benzer değişim için hem ülke yöneticilerini zorlayacaklar, hem de giderek çoğalan radikal hareketlerin zemin bulmasını engelleyecekler.

Dindarlıklarıyla çelişmeyen, haysiyetli, huzurlu bir yaşam sürme ihtimalini, umudunu gördükleri andan itibaren ölmeye ve öldürmeye mesafeli duracaklar.

Çünkü daha iyi yaşam şartları oluşturmanın yolunu bilmedikleri için ölmeyi ve öldürmeyi seçiyorlar.

İslam Dünyası büyük bir buhranın içinde, adeta can çekişiyor.

Yoksulluk, ezilmişlik, dışlanmışlık; çöplük gibi şehirler, sürdürülemez yaşam şartları… tüm bunların neticesinde de Batı medeniyeti karşısında aldığı yenilgi, işleri içinden çıkılmaz hale getiriyor.

İşte AK Parti, İslam Dünyası için bu tıkanıklığı aşmasına kılavuzluk edebilirdi.

Hâlâ edebilir.

Ne yazık ki AK Parti demokratlıktan koyu bir İslamcılığa dönerek tüm ümitleri kararttı.

Dün El Kaide, bugün IŞİD yarın bir başka adla yeni bir örgüt... Bunun sonu yok ki?!

Ne zaman ağız tadıyla bir sofraya oturacağız?

Ne zaman eğitimde, bilimde, sanatta mesafe kat edeceğiz?

Ne zaman evlatlarımızın, gencecik çocuklarımızın hayatından endişe etmeyip, geleceğe umutla bakacağız?

Daha önce de yazmıştım. Tekrar edeyim: Demokratlık inançtan, ideolojiden, fikirlerden vazgeçmek değil.

Demokratlık; inancını, ideolojini sürdürürken benimsediğin barışçı, özgürlükçü tutum ve üslubun adıdır. 

Bir insan hem Müslümanlığını koruyup İslam’a hizmet edebilir, hem de demokrat olabilir.

***

Anlatmak istediğimi bir örnekle açıklayayım.

1850’li yıllarda Batı, sanayi devrimi sonucunda ürettiği malları satacak yeni pazarlara ihtiyaç duydu.

Gözlerini Çin ve Japonya’yı çevirdiler.

Hem Çin hem de Japonya Hristiyan papazların misyonerlik faaliyetlerinden korunmak için kapılarını bütün batılılara kapatmışlardı. Öyle ki batılı tek bir kişinin ülkeye girmesine bile müsaade etmiyorlardı.

Fakat sanayi devrimini tamamlamış batı çok güçlüydü.

Bu ülkelere girmek için baskı kuruyor, hatta savaş açıyordu.

Çin önce direndi. Zamanla baskılar sonunda tavizler vermeye başladı.

Fakat verdiği her taviz Çin’i daha da bataklığa çekti.

Sonunda kapılarını ardına kadar açtı. Ama batı tekniğine ve medeniyetine tepki göstermiş, toplumdaki Avrupa düşmanlığını körüklemiş hatta Avrupalı ile temastan hep kaçınmıştı. Bütün kapılarını açmasına rağmen bu durum Çin’i batılıların sömürgesi olmaktan kurtarmadı.

Sadece sömürge yapmakla kalmadılar. İşgal ettiler, yaktılar, talan ettiler.

Bu durum yaklaşık 100 yıl böyle devam etti.

Batılıların baskı uyguladığı diğer ülke Japonya idi.

Japonya gelen baskının arkasındaki gücün farkındaydı.

Anladı ki, eğer batının bilimsel ve teknolojik seviyesine biran önce ulaşmazsa batılıların sömürgesi olmaktan kurtulamayacaktı.

Kolları sıvayıp bir dizi reform yaptı.

Batının bilim ve teknolojisine ulaşmak için Avrupa’ya yüzlerce öğrenci gönderdi.

Feodaliteye dayanan iç idari yapısını bütünüyle değiştirdi.

Derebeylik sistemine son verip ülkeyi çağdaş bir şekilde idari bakımdan organize etti.

Ekonomik alanda yenilikler getirdi.

İşte tüm bu adımlar Japonya’yı 40 yıl içinde süper güç yaptı.

Batılıların sömürgesi olmaktan kurtulmuş, nüfuzlu bir devlet konumuna yükselmişti.

Üstelik bununla da yetinmedi ve Çin’i işgal etti!

Attığı akıllıca adımlar sonunda 2. Dünya Savaşı’na kadar dengeleri değiştiren ve batılıların çekindiği bir devlet oldu.  

Japonya batının tekniğini, modern hayat kurallarını aldı. Bu arada hem kendi değerlerini, kültürünü muhafaza etti hem de batılıların sömürgesi olmaktan kurtuldu.

Anlatmak istediğim tam olarak bu.

Önümüzde iki yol var.

Ya Çin gibi körü körüne bir Avrupa düşmanlığı yaparak bataklıkta debelenmeye devam edeceğiz veya tam da değerlerimizi, inancımızı korumak için Japonya gibi davranacağız.

İstiyorum ki Türkiye Ortadoğu’nun ve bütün Müslümanların Japonya’sı olsun.

AK Parti bunu başarabilirdi.

Hâlâ başarabilir. Twitter.com/acikcenk